Değişen sadece üslup olsa iyi
‘(Çalan telefonu eline alan adam karşı tarafla konuşmaya başladı.
—Efendim babacığım. Sen nasılsın babacığım. Kendine iyi bak babacığım.
Konuşulanlara kulak kabartan kadının aklından çocuğuna söyleyeceği bir dolu laf geçiyordu. Adam çocuğuna, ‘Şimdi telefonu annene veriyorum. Hoş çakal babacığım.’ dedi.
Telefonu telaşlı el hızıyla alan kadın, aynı hızlılıkla ağzından sözcükler dökülmeye başladı.
—Nasılsın anneciğim. Beni düşünme, ben çok iyiyim anneciğim.
Lafları ardı ardına eklerken yüzü çiçek gibi açmış, gelincik gibi kızarmıştı.) ‘
Bi0r kaç satır karaladığım hikâyemdeki konuşma size tuhaf gelmemiş olabilir. Oysa konuşma üslubunda yanlışlık var. Geçen kanalın birinde Ayşe Kulin’in söyleşisini dinledim. Lütfen diyordu. Çocuklarınızla konuşurken anne, baba sözcüğünü kullanmayın.
Onlar sizin anneniz, babanız değil. Çocuğunuz kızınız, oğlunuz, yavrunuz, canınız, aşkınız, bir taneniz daha birçok üslup var. Onları kullanın. Haksız sayılmaz sevgili meslektaşım. Bende kulağınıza küpe olsun diye yazdım.
Küpe bu, burna takılanı, kaşa takılanı, kulağa takılanı da var. Küpeden söz etmişken, aklıma Ahmet Rasim’in bir hikâyesi geldi. Şöyle yazmış;
‘Biz küçükken deli olmayanı da delirtirdik. Halinden biraz kuşkulandığımız her hangi bir yolcuyu ortaya alır iki elimizi bir birine vurarak;
Deli deli tepeli,
Kulakları küpeli
Diye mahalle sınırlarına kadar uğurlardık. Adam cağız kızar sonrada üzerimize atılırdı. Biz yine kendi havamızda kendi ezgimizi söylerdik.
Deli deli tepeli
Kulakları küpeli
Diye açıktan açığa bağırırdık. Meğersem insanın en mutlu günleri o günlermiş…’ diye devam ediyor.
Sevgili okuyucularım. Günümüzde mutluluk rafa kaldırılınca, ne yazık ki hesap geleceğe bırakılıyor. Antik Yunan çağında Aristo mutluluğu ‘İnsan yaşarken mutlu olmalı’ diye savunmuştu. O zamanın rahipleri, ‘ insan ölünce mutlu olmalı. Mutluluk bedenin yok olması ve ölüm ötesinde başlar.’ Demiş. Ve Aristo’nun okulları y.yılarca kapatılmış. Aristo’nun düşüncesi geçmişte kaldı. Rahiplerinki ise ölüm ötesinde. Biz şu anı yaşarken ne yapabiliriz?
Bir insan nasıl mutlu olur ki? Adam maaşını almadan, bakkalın, kasabın, manavın önünden geçemezdi. Yıllarca yazarlarımız hikayelerinde yazdılar zavallı insanların hallerini. Tıpkı bir hastanın doktora, eczaneye borcu olmanın yarattığı durum gibi. Günümüzde durum eskisinden pek farklı değil. Mutluluğu insanlar pek yakalayamadılar galiba. Parası olanda, olmayanda mutsuz.
Eskiden, Fatih’in, Sultan Süleyman’ın yaptığı Darüşşifalar deli tedavi ediyormuş.
Geçenlerde otobüste giderken iki kadının konuşmasına kulak kabarttım. Konuşma şuydu.
—Bir yakınımın yanında hastanede refakatçi olarak kaldım.
Sandalyede oturmaktan bıktım. Hava sıcak. Sabah bir türlü olmuyor. Hastama baktım yatağında mışıl mışıl uyuyor. Bende dışarı çıktım. Başladım hastanenin önündeki kaldırım taşlarını saymaya. Sabah oldu. Doktorlar viziteye çıktı. Hastanın yanına gelen doktor, bir bana bir hastaya baktı.
—Nedir bu haliniz, yüzünüz çok perişan görünüyor dedi.
—Siz kaç yıldır bu hastanede doktorluk yapıyorsunuz?
—On iki dedi.
—On iki yıldır hastanedesiniz. Dışarıdaki kaldırım taşlarının sayısını biliyormusunuz? Bilmem anlamında ağzını kaydırdı. Bende bütün gece o taşları saydım. 627 tane taş var dedim. Doktor bir hastama bir bana baktı. Sonra yanındaki hemşireye yatağı gösterip;
—Hasta kalksın bu hanım yatsın. Dedi.
Günümüze bakınca, edepsizce ona buna sataşanlar mı?, dersiniz, yoksa yalan söyleyen iki yüzlü dalkavuklar mı dersiniz. Her mahallede muhakkak var. Ahmet Rasim yazılarında mizansal üslubuyla hikâyeleştirdiği gibi. Bir deliye, memlekette nasıl deli var diye sormuşlar.
Deli bu sözünü esirger mi! İki türlü var demiş. Biri benim gibi zincirli, diğeri senin gibi zincirsiz. Bana öğle geliyor ki bizdeki bu üslubu buluş gücü, pek akıllıca laf değil. Sevgili okurlarım. Her ne değişirse değişsin, önemli olan yeter ki aklınız yerinizde kalsın o değişmesin!!!