Gemileri yakmak
Gazetemiz İlk Haber’de yayınlanan açıklamalarım sonucu üstü kapalı tehdit ve göndermeler ışığında yaptığım kısa bir araştırmadan elde ettiğim ve çok hoşuma giden gerçek yaşanmış bir olayı, kendimize uyarlayıp kaleme almak istedim.
Şu bilinmelidir ki kimseden bir beklentim yok, olamaz zaten. Bir yere gelirken hak ederek gelmek ve kimsenin vesayeti altında olmadan siyaset yapmak, birilerinin iki dudağı arasında tayin edilmiş kader değildir.
Evet, Esenlerde veya başka bir yerde siyaset yapacaksam gemileri yakmaya gerek yok, ha yok olamazsa yakarım hiç korkmam cettim korkmadı eğilmedi bende eğilmem.
Aldığım duyumlara göre Sayın Tevfik Göksu benimle ilgili, Mehmet Deveci galiba gemileri yaktı demiş. Ben zaten siyasete başlarken gemileri yakmıştım. Ama Sayın Göksu’nun bu deyini doğrusunu isterseniz hoşuma da gitmedi değil…
Biliyorum, geri dönüşü olmayan olaylar için kullanılan bir deyimdir ‘gemileri yakmak’… Cesur insanların bütün riskleri üzerlerine alarak kendilerini öne atması ve kahramanlık göstermesiyle ilgili olarak söylenir.
Gemileri yakmak herkesin yapabileceği bir iş değildir. Kararlılık ifade eden bu deyimin bir de hikâyesi vardır. Daha doğrusu bu deyim yaşanmış bir hadiseye dayanıyor. Dilerseniz bununla ilgili anekdotu sizlerle paylaşayım:
Berberiler Batı Afrika’da yaşayan göçebe bir toplumdur. Kökenleri Orta Asya’ya uzanan bu topluluk, Emevi Müslümanları’nın buralara yayılmaları sonrası Müslüman olmuşlardır. O dönemde Kuzey Afrika valisi Nusayr oğlu Musa idi. Avrupa’ya yayılmak için Berberi askerlerden oluşan bir ordu hazırlaması için yine bu halktan olan kölesi Ziyad’ın oğlu Tarık’ı görevlendirdi. Tarık 12 bin kişilik bir ordu hazırlayıp, gemilere bindirerek, karşı sahildeki bir dağa ulaştı ve oraya Tarık Dağı adını verdi (Cebelitarık)
O dönemlerde o bölgede kökenleri Cermen ırkına dayanan, Batı Roma İmparatorluğu’nu yıkarak, Roma’yı yağmalayan Batı Gotları (Vizigotlar) adlı barbar bir kavim hüküm sürmekteydi.
Bunlar oradaki halka ağır bir şekilde zulmetmekteydi. Tarık’ın, ordusu ile bu bölgeye geldiği haberini alan Vizigotlar sayıca daha üstün olan ordularını onların üzerine doğru sürdü. Çarpışma yaklaşıyor ve gerilim yükseliyordu. İşte bu noktada Tarık, askerlerinin zoru görünce kaçmasını önlemek için, oraya gelmek için kullandıkları tüm gemileri ateşe verdi.
Askerlerine “Artık bizim için geri dönmek imkânsızdır. Önünüz düşman, arkanız deniz ile çevrili bulunuyor. Direnmekten başka şansınız yok. Canınızı kılıçlarınızla kurtarmaktan başka bir şey yapamazsınız. Kısa bir süre derde ve güçlüğe katlanmayı göze alırsanız, uzun süre rahat edersiniz. Ben düşmana hücum ediyorum, siz de arkamdan gelip saldırın. Ben ölürsem zafere ulaşana ya da şehit olana dek savaşın” dedi.
Savaşın sekizinci günü Tarık’ın ordusu sürekli tazelenen Vizigotlar karşısında yorulmaya ve geri çekilmeye başladı. Bunun üzerine Tarık tekrar askerlerine “ Kahramanlar nereye gidiyorsunuz? Gaflete kapılıp, nereye kaçmayı düşünüyorsunuz? Unuttunuz mu önünüz düşman ve arkanız denizidir. Bana bakınız ve ben ne yaparsam siz de onu yapınız” diyerek düşmana doğru atıldı. Kendisine barbar kavmin sancağını hedef aldı. Sancağın yanındaki, kıymetli taşlarla süslü tahtında rahat bir şekilde oturan Vizigot kralı Rodrik’i bir anda karşısında bulan Tarık, hasmını öldürdü. Bunun etkisi ile Vizigot ordusu dağıldı. Musa, Tarık’ın başarılarını kıskanarak, Tarık’a kaçanları kovalamamasını bildirdi. Tarık mantıklı olanı yaptı ve düşmanı kovaladı. Gotların başkenti olan Toledo kentini alarak, 350 yıllık barbar Got hâkimiyetini yıktı. Bundan sonra Batı Avrupa’da yaklaşık sekiz yüz yıl sürecek farklı bir uygarlık dönemi başlayacaktı.
Bunların dışında Endülüs’ün fethiyle ilgili, yine bazı garip olaylar da anlatılır. Şöyle ki, Tarık b. Ziyad, Cebel-i Tarık Boğazı’nı geçip Endülüs’e girince, esirler arasında yaşlı bir kadın ona şöyle demiş: ‘- Böyle olayları iyi bilen bir kocam vardı. Buralara gelip galip olacak bir komutandan bahsedip dururdu. Bu komutanın sol omzunda kıllı bir ben olduğunu söylerdi.’ Tarık elbisesini kaldırınca, söylendiği gibi bir ben görüldü. Tarık ve yanındakiler bunu da bir fetih müjdesi saydılar.
‘Gemileri yakmak’ zamanla dilimize yerleşerek deyimleşti. Bugün kararlılık ifade eden bir manaya büründü. Bilindiği üzere başarmanın yarısı inanmaktır. Siz evvelâ kendinize güveneceksiniz ve inanacaksınız ki zafer peşinden gelsin. Tarihteki zaferler hep inananların ve inandıkları davanın peşinde kararlılıkla yürüyenlerin olmuştur.
O insanlar davalarında ısrarcı ve kararlıydılar. Onların kor gibi yürekleri vardı. Ölümden korkmuyorlardı. Çünkü Allah ve vatan için ölmenin ecrini çok iyi biliyorlardı. Ölüme düğüne gider gibi tebessümle gidiyorlardı. Hayatı ve ölümü takdir eden Allah’a sığınıyorlardı. Haysiyetlerinden asla taviz vermiyorlardı.
Saygıdeğer okurlarım tekrar sizlere olmaktan son derece mutlu olduğumu bilmenizi isterim ve ESENLER yararına ne varsa elimden geleni yapacağımdan asla şüpheniz olmasın. Esenler adına her zaman hiç korkmadan yeri geldiğinde şu eksiktir diyeceğim. Saygı ve hürmetle kalın sağlıcakla.