Esenler’in sevilen sanatçısı İsa Koç 36 yıldır öğrenci yetiştiriyor
Esenler’in sevilen yüzü, hoş sohbet sanatçısı İsa Koç tam 36 yıldır Esenler’de öğrenci yetiştiriyor. 1973 yılından bu yana sesiyle, sazıyla yol gösterip sanatçılar yetiştiren İsa Koç’un 3 çocuğu da kendisi gibi devlet sanatçısı. Güler yüzü, samimi sohbeti ile herkesin gönlünde taht kuran 72 yaşındaki Esenler’in ozanı Ozan İsa Koç ile yaptığımız samimi sohbeti sizlerle paylaşıyoruz.
Sizi tanıyabilir miyiz?
İsa Koç: 1947 yılında Sivas’ın İmranlı kazasının Karaboğaz köyünde doğdum. Oradan İstanbul’a geldim. Burada çalıştım, okudum, saza gittim ve türküler söyledim. Çabaladım, çırpındım. Kısaca anlatıyorum. 1965 senesinde saz çalmaya başladım. Ustam da Allah rahmet eylesin, Aşık Naili Baba efendiydi. ”Bu da gelir bu da geçer ağlama” türküsünün sahibi. Onun terbiyesi altında yetiştim. Askere gittim, 1970’de terhis oldum. Plaklarım çıktı, satıldı. Ondan sonra plak devresi bitti, kasetler başladı. 10 adet kasetim var. 1977 yılında Yunus Emre ödülü kazandım. Türkiye Aşıklar Bayramı’nda ikinci seçildim. Gerek saz da gerek söz de gerek ses de… Yine birinciyim, yine ikinciyim, evellallah bir şey kaybetmiş değilim. 1978 yılında siyah beyaz televizyona çıktım. İstanbul Radyosu’nu kazandım. Aynı zamanda 1973 yılında böyle dershane açtım, hiç kapatmadım. Hâlâ odur budur hizmet veriyoruz. 5 çocuğum var. Evliyim. Üçü devlet sanatçıları; Ahmet Koç, Cansu Koç, Ali Koç… Ben de Kültür Bakanlığı’na bağlı bir sanatçıyım. Böyle çalışıyoruz.
8 senede bir sazı alamadım
Sanat hayatına nasıl atıldınız?
İsa Koç: Sesim güzeldi, daha küçükken Türkü söyletirlerdi. Durumumuz iyi değildi. Bir sazı alamadım… 8 sene de alamadım bir sazı. Rüyalarıma girdi. Bir gün böyle dokuma fabrikasında (sene 1958-59’du) masura sarıyordum. O arada saat 12.00’de paydosu yaptık, 13.00’da iş başıydı. Ablalar bana Türkü söyletirken bir de beste yapmıştım o anda. Patron dışarıda dinlemiş. Patronumuz sertti, döverdi ama severdi. Allah rahmet eylesin. Geldi bize tabi ”O Türküyü kim söyledi?” dedi. Beni gösterdiler, ben de korktum. Dedi ki ”Bir daha söyle bakayım oğlum”. Bir baktım ki mendille gözlerini siliyor. Oğlum dedi ”Sen bunu benim için mi yazdın?” Beni ertesi gün aldı, İstanbul Radyosu’na götürdü. Çocuk saatine çıkardı. Odur budur o Türkümü hiç unutmuyorum. ”Bayram geldi bir kına yok. Bir anam yok bir babam yok. Ölsem bir ağlayanım yok. Garibim eller eller” böyle başlıyordu Türkü. Odur budur bu sanatın içindeyiz. Bu arada üstâdlarla tanıştık. Sevdik sevildik işte. Gerek radyolarda gerek televizyonlarda faaliyet gösterdik.
1977 altın senem oldu
1977 senesi benim altın senem oldu. Aynı sene İstanbul Radyosu’nu kazandım. Aynı sene siyah beyaz televizyona çıktım. Tek kanalda. Aynı sene Yunus Emre ödülü aldım Konya’da. Aynı sene İstanbul’da Ozanlar Şöleni’nde ikinci geldim. Altın yılım oldu. Tam senesini bilemiyorum. 7-8 sene önce de Türkiye’yi temsil ettim Kazakistan’da. Ora da Maral Türküsünü yazdım. Maral kocası tarafından vurulmuş, Kazak güzeli. Kolu yaralı, sakattı. O hikâyeyi bana anlattı. Ben de orada bir uzun hava yazdım Maral için. ”Maral maral derler yaralı ceylan. Vurma avcı sen de yok mu din iman?. Maral meliyor dağı deliyor. Ceylan yaralı, bahtı karalı. Uyan zâlim avcı gafletten uyan. İnsan sayılır mı bir cana kıyan. Maral meliyor dağı deliyor. Ceylan yaralı, bahtı karalı. Ozan İsa Koç zâlim gülmesin. Maral seni vuran murad almasın. Maral meliyor dağı deliyor. Ceylan yaralı bahtı karalı.” Ben bunu kendim yaptım, okudum.
Âşık Veysel’e âşık
İsa Hocam duyumlarımıza göre Âşık Veysel ile de bir bağlantınız varmış. Sizden de dinleyebilir miyiz?
İsa Koç: Evet. Zaten biz doğduk doğalı Veysel babaya yürekten bağlıyız. Ben o rahmetli ile yüz yüze gelmek nasip olmadı. Yalnız 1973’de vefat ettiğinde biz 10 bin imza topladık. Onun Gülhane Parkı’na heykelini diktik. Hürriyet Gazetesi’nin de yardımıyla. Her 21 Mart’ta gideriz, Veysel Babayı anarız. Onun sazının böyle bazı sapını kırar çoluk çocuk bazı kulaklarını kırar. Sarıdan yapılmıştır. Ben onun sazının tamirinden mesulüm. Her kırılmasında giderim. Sarıdan burgu döktürürüm. Sazından sorumluyum, bu internette de var. Evlerine de giderim bir ablamız var Allah ömür versin yaşlıca Hayriye ablam (Büyük kızı). Ona derim ki ”Abla ben yemek falan istemiyorum. Bir demlik çay istiyorum, bana Veysel Babayı anlatın.” Anlatırlar bana bir bakarım saat 15.00 olmuş. Kâğıthane’de oturuyorlar. İrtibatım böyle. Yüz yüze gelemedim ama hayatını okuya okuya bir de ailelerinden sora sora Veysel babayı görmüş gibi biliyorum.