Yalancı suflör
Çocukluğumuzda bir oyun vardı “Kulaktan Kulağa” fısıldanan. İsterseniz bu oyunu bir anımsayalım. Biri bir şey fısıldar yanındakinin kulağına! Yanındaki de kendi yanındakinin kulağına! Sırayla herkes yanındakinin kulağına, kendi kulağına söyleneni anladığı şekilde söyler.
İlk başta söylenen kelime ya da cümle, son kulağa gelinceye kadar anlamı değişir. Ortaya bir kahkaha yayılır. Söylediğim gibi bu bir oyun. Gülmek ve eğlenmek için oynanır.
Bu günde yalancı suflörlük yapanlar var. Ne yazık ki ağlanacak halimize oyundaki gibi gülüyoruz! Buna dedikodu mu desem iftira mı bilemem. Son günlerde medyadaki olayları bir düşünelim.
Her mevkide her yaşamda rastlıyoruz bu suflörlere. Pek çok kişi başına gelmesinden korktuğu şeyi, başkasına düşüncesizce hatta gönül rahatlığı ile yapar. Ellerinde yazılı bir metin ya da kanıt olmadan uydurduklarını keyiflerine göre çevresindekilere anlatır. Onu destekleyenler ise, inanılmayacak boyutta kişi ya da kişilere zarar verir.
Ciddiye alınmayacak bir olay, bu insanlar sayesinde ciddiye alınır. Konu uzar gider. Bu yapılan dedikoduların en kötüsü, belki de geriye dönüp giderme şanslarının olmamasıdır. Genel de insan olarak olumlu asılsız çıkan bir dedikoduyu çabuk unutuyoruz. Belki de olumsuz haberlere çoğumuz daha fazla eğilimliyiz.
Denetim dışı davranışlar belki de hayatımızda en sık rastlanan durum. Herkes bir karmaşanın içine giriyor. Bu yalancı suflörlere ister vatandaş, ister gazeteci, ister siyasetçi olsun; halk arasında kısaca dedikoducu iftiracı derler.
Tabii ki bu davranışların arkasında karmaşık fakat güçlü bir destekleme sistemi var. Hiç kimsenin insanları şekillendirmeye karalamaya hakkı yok!!! İnsan kendini bilişsel bir yapının içindeymiş gibi göstermeye çalışırken basit bir şartlamanın maşa olarak kullanılmanın ürünü olduğunu da unutmamalı.
Aklıma Nasrettin Hocanın bir fıkrası geldi. Sanırım her yaşam boyutunda Hocanın fıkralarına gereksinim duyuyoruz. Bilirsiniz ki N. Hocanın fıkralarında geniş köklü bir mistik anlayışı vardır. Örneğin “Hoca bir gün ben öldüm diyerek boş bir mezara girer.
Gece mezarlıktan geçen Fincancı katırlarını ürkütür. Fincanları kırılıp dökülen mal sahibi hocayı döver. Ertesi gün hoca süklüm püklüm evine döner.” Hocaya” Ahrette ne var?”diye sorarlar.
Hoca “ Fincancı katırlarını ürkütmezsen bir şey yok!!”der.
Tasavvuf görüşüyle açıklamıştır hoca bu olayı. (Ölmeden önce ölünüz “mutu kable entemutu”) hadisine bağlamıştır. İnsanları kötülüklerden, dünya hırsından arındırmak için tasavvuf fıkraları ve yazıları vardır.