Sürünmeden Sürdürülebilir Olmak
Kentsel dönüşüm kavramı ile birlikte sürdürülebilir kavramı da dillendirilmeye başlandı. Sürdürülebilir kavramı; çevresel, ekonomik ve sosyal alanları kapsamaktadır. Şehirler de ekonomik, sosyal ve kültürel fonksiyon icra ederler.
Bizim için kent kavramı şehir kavramının yerini tutmasa da işin felsefesine inmeden mevcut literatürde kent olarak tarif edilen yapılanma; Eopolis kentten(köy topluluğu) Polis kente(örgüt ve sanayi olan kent), oradan Metropolis kente(birleşik kentler), oradan Megapolis kente(etkisi ülkeyi aşan kent), oradan Tyrannopolis Kente( ekonomi ve ticari hayat gerilerken kentin büyümeye devam etmesi) ve Nekropolis Kente (Harabe kent) evirildiği şeklindedir.
Şehirlerin büyüyüp Megapolis kent olmaktan Tyrannopolis olmaya yüz tutup Nekropolis olmasının önüne geçmek için sürdürülebilir kavramı ortaya atılmıştır! İşin aslı modernite tarihi, kültürü, doğayı ve insanı tahrip etmektedir.
Bu konu aslında John Calhoun’un “Davranışsal Çöküş” deneylerinin ispatının sonucudur!
Şehirlerimiz süründürülmeden katledilmeden sürdürülebilir fonksiyonları zaten icra ediyordu! Calhoun fareler üzerinde yaptığı deneyler ile ilk önce ruhların öldüğünü, sonra fiziksel ölümlerin geldiğini tespit etmiş, 4000 farenin yaşayacağı kolonide 2200 fare mevcudu varken koloni çökmüştür!
Calhoun deneyler sonunda; şehirlerimizin nasıl işlediğini dikkat etmezsek veya toplum içerisindeki rollerin gerektirdiğinden fazla miktarda bir nüfusa ulaşırsak, “Davranışsal Çöküş” evresine girerek, giderek amaçsız ve hedefsiz bireyler haline dönüşebileceğimizi görürüz.
Sürdürülebilir kavramı Birleşmiş Milletler müfredatına da girmiş olup, sürdürülebilir kalkınma hedefleri: Yoksulluğa Son, Açlığa Son, Sağlıklı Bireyler, Nitelikli Eğitim, Erişilebilir Temiz Enerji, Eşitsizliklerin Azaltılması, Sürdürülebilir Şehir ve Yaşam Alanları, Sorumlu Üretim ve Tüketim, İklim Eylemi, Sudaki Yaşam, Karasal Yaşam, Barış ve Adalet ile Hedefler İçin Ortaklıklar olarak sınıflandırılmıştır. Sürdürülebilir kavramı ile birlikte atık yönetimi önem kazanmıştır!
Şimdi 1950-60 lı Anadolu da bir kasabaya gidelim. 250-300 m2 bahçe içinde tek katlı bilemedin iki katlı bir bina, yaklaşık 90-100 m2 büyüklüğünde bir oturumu var. Bahçede 3-5 meyve ağacı, bir tavuk kümesi, altyapı bile yok, arka tarafta bir rögar.
Yenen hiçbir şey israf olmuyor, ekmek kırıkları ve yemek artıkları kediye, köpeğe, tavuğa, kuşa gidiyor. Çoluk çocuk toprak ile buluşmuş, meyveyi ağacından yiyor. Herkes birbirini tanıyor, açta açıkta kimse bırakılmamış!
Toplumda sosyal statü bir ayrışma değil saygı ve sevginin yayılması olarak bir bekçi mesabesinde. Öğretmen öğretmenliğinden, doktor doktorluğundan zevk alıyor.
Biz bu değerleri kaybedip, metropolitan rezilliğini yaşatıp duranlar, şimdi gelmiş bize sürdürülebilir, yenilenebilir gibi kavramlar ile yeniden yön vermeye çalışıyor! Oysa bize öğütledikleri şeyler bizim yitik ve kayıp değerlerimiz!
Modernite ve modernitenin getirdiği her türlü teknoloji ve düşünce akımı aynı zamanda sömürüye hizmet eder! Uyanık olup, kadim değerlerimize sahip çıkıp, sömürü çarkının dönmesine yardımcı olmamak lazım gelir.
Şehirleri katleden, kalkınmayı betonlaşma zanneden anlayışların günü kurtarma adına, ağdalı sözlerle, lüks mekânlarda yaptıkları, sözüm ona bilimsel geyikler ile şehirler kurtulmaz, insanlar rahatlamaz!
Doğayı koruyan, insana hizmet eden, her şehir temizdir ve hayatını idame ettirir.