Soma’yı Anlamak
Her şeyden önce, bu faciada ölenlerimize rahmet, yakınlarına ve milletimize başsağlığı dilerim. Facia fıtri olmaktan çok fıtrata uymamamın sonucudur. Facia, aşırı isteklerin, her türlü şehvetin, her türlü bireyciliğin, her türlü ihmalin sonucudur. Rabbimiz hayrı da şerri de yaratandır. Ama hayrı murat eder. “Allah insanlara hiç zulmetmez; fakat insanlar kendi kendilerine zulmederler.” (Yunus S. 44.Ayet)
“Ka-de-re” kökünden gelen kader; lügatte; “ölçü, ölçme, miktar, bir şeyi ölçerek belirli bir ölçüye göre yapmak, onu takdir ederek tayin ve tahsis etmek”, anlamlarına gelir. Kaza kelimesine gelince: lügatte; “bir şeyi sonuna getirerek hükme bağlamak”, yani onun sözle veya hareketle tamamlanması, “fiillerin zamanında yaratılmasıdır”.
Kader, bu kâinatı idare eden ilâhî kanun ve ilâhî ölçü, kaza ise, bu kanuna uygun olarak infaz edilmesidir, aynen uygulamaktır. Allah (c.c) her şeyi bir sebep ve hikmete dayanarak yapar. Kadere böyle inanılması gerekir.
Rabbimiz insanı, kâinattaki yaratıkların en olgunu ve şereflisi eşrefi mahlûkat olarak yaratmıştır. Bunun için akıl, ruh, irade ve ihtiyar gibi manevi değerler vermiştir. O, aklı, irade ve seçme gücü ile diğer varlıkların yapamayacağı birçok işleri yapmak, yeni yeni şeyler keşfedip, fıtratın farkında olmak için vermiştir. Bu vasfından dolayı, bu âlemdeki canlı cansız varlıkların hepsi, insanın emrine ve hizmetine verilmiştir. Bu bakımdan insan, Rabbini bilmek ve O’na ibadet etmek için olduğu gibi, bu dünyayı imar ve ıslah etmek için de yaratılmıştır. İnsana bu sınırlı kudreti ve cüzî iradeyi veren; gücü her şeye yeten mutlak kudret, külli irade ve sonsuz kemal sahibi olan Allah Teâlâ’dır.
Gerçek şudur ki insan, belirli ölçüler ve sınırlar içinde hareket edebilen hür bir varlıktır. O halde insanın kendi irade ve ihtiyarı ile yaptığı, isteyip elde ettiği işler vardır ve yaptığı bu işlerden elbette sorumludur. Yapmakla mükellef olduğu iyi ve güzel işler karşılığında mükâfat alacak, yapmaması gerekenler karşılığında da ceza görecektir. Çünkü insan, kendi irade ve isteğiyle iyi veya kötü belirli bir işi yapmaya karar vermiş ve o kararını uygulamaya koymaya girişmiş olmakla, o işin sorumluluğunu yüklenmiştir. İşte insanlar, sahip oldukları bu irade ve ihtiyarları (seçme melekelerine sahip olmalarından dolayı mükellef ve yaptıkları işlerden sorumludurlar. Bu teklif esasına göre dinen sevaba layık veya cezaya müstahak olurlar. Aksi halde insanlar mükellef ve yaptıkları işlerden sorumlu olmazlar. Teklif ve sorumluluk, sevap ve ikab (ceza) esaslarını kabul etmemek ise, bütün ilahî dinlerin esas ve gayesine aykırıdır.
Konumuzun daha iyi anlaşılması için şu meşhur hadiseyi de dikkatinize sunmak isterim.Hz. Ömer, Şam’daki karantina bölgesinde Ebû Ubeyde b. Cerrah’la (ra) aralarında geçen konuşmada insan fiilleriyle ilgili kaderi (bir rivayete göre kazayı) yine Allah’ın ilmi olarak tefsir etmişti. 18/639 yılında Suriye’de sahabenin önde gelenlerinden pek çoğunun vefat ettiği bir veba salgını olmuş, Hz. Ömer de bu durumu yerinde görmek için Suriye’ye gelmişti.
Hz. Ömer karantina bölgesine girip girmeme konusunda yanındaki sahabeler le istişare ettikten sonra salgın bölgesine girmeyip geri dönmek isteyince, Ebû Ubeyde (ra): “Yâ Ömer! Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” deyince, Hz. Ömer de: “Ey Ebû Ubeyde! Keşke bu sözü senden duymasaydım! Evet, Allah’ın kaderinden kaçıp yine O’nun kaderine sığınıyoruz. Farzet ki develerin, bir tarafı otlu diğer tarafı kıraç olan bir vadiye inmiş olsun. Onları otlu yerde otlatsan da, kıraç yerde de otlatsan da yine Allah’ın kaderiyle otlatmış olmaz mısın?” diyerek cevap vermiştir.
Bunun üzerine Abdurrahman b. Avf da (ra): “Ben Resulullah’ın; ‘Bir yerde veba olduğunu duyarsanız, oraya girmeyin, şayet salgın sizin bulunduğunuz yerde ise, oradan çıkmayın.’ buyurduğunu işittim demiştir.” (Müslim, Selâm, 32). Hz. Ömer, menfi olsun müspet olsun insanın bütün yaptıklarının da, tedbire riayet etmenin de kader olduğunu vurgulamış ve bunu güzel bir örnekle açıklamıştır.
Tüm bu hakikatler ve bilgiler ışığında Soma maden kazasının nasıl olduğu kadar, neden niçin olduğunu da irdelemeliyiz! Maden kazası madencinin kaderdir, ölmekte hepimizin kaderidir. Lakin kaza fiilinin en az kayıpla atlatılması da kazaya imanın gereğidir! İnsanoğlu olarak biz tevekkülümüzü iyi yaptık mı ona bakmamız lazım! 18 ve 19. yüzyılın rakamları ile bu olayı izah etmek ya da mukadderat deyip sorumluluktan kaçmak bu kazayı çözmediği gibi gelmesi muhtemel diğer kazaları da engellemeyecektir.
İşletme sahibi olaydan üç gün sonra ortaya çıkıp izah yapıyor, hükümet işletme sahibinden çok bu işe sahip çıkıyor ise bu işte niye siyaset yapılıyor demek anlamsız olur. Olay olur olmaz; şirket sahipleri olayı sahiplense, her türlü sorumluluğu kabul etse ve üzerlerine düşeni sonuna kadar yapacaklarını deklere etse kötü niyetli insanlar bu işten siyasi nemalanma yoluna gidemez idi. Nedeni ne olursa olsun, sedyeyi kirletmeyecek kadar olgun Anadolu insanı, fikirleri iğdiş edilmiş, Vandal zihniyet mensuplarına bu fırsatı vermeyecektir.
Devletin bilmem ne kadar yaptırdığı işi ben şu kadar aza yaptırıyorum diye sevinen ve marifet diye sunanlar burası devlet idaresinde imiş gibi davranıyor, kamu adına çalışanlar ise onlar adına çalışıyormuş ve ortakmış havası estiriyorlar ise denetimlerin neden işe yaramadığı anlaşılmaktadır. Laf olsun diye denetim yapılıyor ise kaza kaçınılmaz olur.
Şirket sahibi şunun bunun adamı diyerek aklınca olayı çarpıtanlar, bizim dedikleri adamlar onu niye bu kadar ihya ediyor diye niye düşünmezler. Maden işçisine cüzi maaş öngörüp, idarecilerin maaşlarını görmezden gelenler hak ve hukuk demeçleri vermekten niye utanmaz. Birileri ülkemizde insan ölümlerini görmeden nasıl kalkınmışlıktan bahsedebilir. Birileri cehaletine bakmadan hala çağdaşlık ayakları oynamaktan neden utanmaz.
İnsanımız imansızlıktan çok parasızlıktan korkuyorsa, kredili yani faizli haram hayat güzel gösteriliyorsa, binalar ve zinalar artıyorken maneviyat azalıyorsa bunun sorumlusu kimdir.
Bizler bu soruları doğru bir şekilde sormaz ve cevaplamaz isek Somayı anlayamadığımız gibi sona yaklaştığımıza da anlayamayız.