Özrü kabahatinden büyük olmak
Türkçemiz de bir deyim vardır ve bunu hemen hepimiz biliriz. “Özrü kabahatinden büyük olmak.”
Bu deyimin anlamı bir kişinin işlediği bir suçu veya kabahati gizlemek veya yalanlamak için söylediği sözün veya yaptığı hareketin daha büyük bir gafa yol açmasıdır. Yani, suçunu gizlemek isterken yeni yeni, suç ve kabahatler işlemesidir.
Gazetemizin 29 Mayıs 2009 tarihli sayısında ilçemizin çok eski ve tanınmış okullarından Ressam Şevket Dağ İlk Öğretim Okulu Müdürü ile ilgili bazı haberler ve iddialar yayınlandı. Bu iddialar tamamen belgelere dayanan ve yenilir yutulur cinsten olmayan iddialardı. Tamamı belgeli olduğu için de gerçek olduğu muhakkaktı. Bu iddialara baktığımızda şikâyet ve sızlanma konusu olan tüm iddialar suç teşkil ediyordu.
Branş öğretmenlerince okutulması gereken dersler bunlara verilmeyerek sınıf öğretmenleri arasında dağıtılmış olduğu iddialardan biriydi. Oysa öğretmenler arasında ders dağıtımında öncelik branş öğretmenlerine verilir. Branş öğretmenleri kendi branşlarında haftada 21 saat derse girmek zorundadırlar. Eğer ders sayısı bu rakamı geçiyor ise o zaman artan ders sayısı o branşa en yakın branş sahibi öğretmen veya öğretmenlere dağıtılır.
Bunun amacı öğrencilerin o dersi en iyi bilen öğretmen tarafından yetiştirilmesidir. Nasıl ki bir hukukçu tıp alanında uzman değilse, bir doktor da hukuk alanında uzman değil ise, bir fen öğretmeni sosyal bilgiler alanında, sosyal bilgiler öğretmeni de fen bilimleri alanında uzman değildir.
Kaldı ki, sınıf öğretmenleri ikinci kademe dersleri alanında, o alanda öğretim görmüş öğretmenler kadar uzman değillerdir. İşte bunun için bu kural getirilmiştir. Ve hiçbir okul müdürü bu kuralı kendi keyfine göre uygulayamaz.
İkinci iddia ise bazı öğretmenlere haftada iki kez nöbet yazıldığı halde bazı öğretmenlere hiç nöbet yazılmadığıdır. Oysa yasal asgari emeklilik süresini doldurmamış her öğretmen mutlaka okulda sıra ile nöbetçi olmak zorundadır.
Bunun istisnası, 20 yılını doldurmuş bayan ve 25 yılını doldurmuş erkek ile nöbet tutmasında sağlık yönünden sakınca olduğu doktor raporu ile belgelenmiş öğretmenlerdir.
Bir idareci öncelikle tarafsız olmak ve idari mevzuatı tam ve tarafsız olarak uygulamak zorundadır. Şu veya bu düşünceler ile kendine bağlı personelden birini veya birilerini korumak, kollamak idarecilikle, amirlikle kesin olarak bağdaşmaz ve o amire karşı çalışanların güvenini sarsar, hatta yok eder.
Bu iki iddiadan daha önemli bulduğum bir iddia da ‘kırtasiye’ meselesidir ki bu durum hiç de hoş karşılanacak bir durum değildir. İsmi bizde saklı olan kırtasiyeciden temin edilen yardımcı ders kitaplarını öğrencilere fahiş bir fiyatla satılmasına göz yumulmasıdır.
Hiç bir idarecinin, hatta hiçbir kamu görevlisinin, en hafif tabiri ile halkın cebinden birilerinin haksız kazanç temin etmesine göz yummak hele hele alet olmak yetki ve hakkı bulunmamaktadır.
Bir idarecinin, söz konusu iddialarla ilgili haberin gazetemizde yayınlanmasından sonra ‘haberin gerçek olmadığı ve iddiaların asılsız olduğu, okulda bu tür uygulamaların bulunmadığı’ konusunda düzenlediği bir belgeyi öğretmenlere zorla imzalatmaya kalkmış, hatta imzalamak istemeyenlere hakaretler yağdırmaya başlamış olması, işte “özrü kabahatinden büyük” deyimi, tam olarak yerine oturmaktadır.
Elbette ki tüm bu iddialar yetkililerce incelettirilecek ve suçlular hakkında gerekli işlemler yapılacaktır. Bundan en ufak bir şüphemiz yoktur. Yetkililerin yaptıkları inceleme sonucunda bu okulumuzda meydana gelen bu yanlı ve yanlış uygulama mutlaka son olacaktır. Bütün bu iddia ve olaylar bize eskiden bu yana devam eden bir siyaset- bürokrasi ilişkisinden ortaya çıkan bir hastalığı açıkça göstermektedir.
Nedense vazgeçemediğimiz bu hastalık göreve ve işe kişi bulmak yerine kişiye görev ve iş bulma hastalığıdır.
Ve bu hastalığın temelinde de ne yazık ki, küçükten büyüğe politikacılar ve politik düşünceler ile birilerinin adamı olmak yatmaktadır.
Benim düşünceme sahip mi tamam, benim akrabam ve yakınım mı tamam. Öyle ise bu göreve getirelim düşüncesi yatmaktadır.
Oysa bu görevi kim daha iyi yapar ve kim daha bu görevde başarılı olur diye düşünülerek atamalar yapılsa bu tür aksaklıklar ya olmaz veya kamuoyunda tepki çekmeyecek kadar çok az olur.
Hele politika ile uğraşanlar bürokrasiye karışmasalar ve bürokratik çarkın yasalar çerçevesinde, kendi düzeninde yürümesine müdahale etmeseler her iş çok daha düzenli yürür ve her göreve hakkı olan kişililer gelir. Tabii üst görevlere atanan herkes buraya layık değildir demek istemiyorum. Elbette ki, atandığı görevi tam anlamı ile yapan başarılı bürokratlarımız var. Ancak işte böyle yanlış atananlar da var. Ve maalesef bu yanlış atamalar hiçte küçümsenmeyecek kadar fazla. Böyle olunca da özrü kabahatinden büyük birçok yönetici ortaya çıkmakta.