Memur sendikaları ve değişim
Memur sendikaları için önem taşıyan mayıs ayının sonlarına gelmiş bulunuyoruz. Öyle ya, niteliklerini ve yeteneklerini sayı ile sınırlı tutan, sendikacılık açısından ne yapıyoruz sorusuna cevap verme noktasında tereddütleri olan sendikalar için bu ay önemli.
Sendikaların rakamları saydığı ancak, sahada ne olup bittiğinden habersiz veya sorumluluk noktasında nerede durdukları konularına bir bakalım ve soralım…
Memur maaşlarının enflasyon oranı ile hesabının tutarsız bir tablo gösterdiğini bilmeyen yok sanırım. 2013 yılındaki son toplu sözleşmede, yirmi toplantının ilk toplantısında eyvallah, teşekkürler diyerek imza atılmıştı. Hangi sendikal yöntemde böyle bir durumu hemen kabullenmek ve imza atmak vardır?
Dönüşen, yarı dönüşen, kademeli dönüşen, aynı bahçe içerisinde dönüştüğü belli olmayan, bahçesi ve koridoruna tam ortadan(!) duvar örülmesi suretiyle , bölünen(!) okullarımızdan, eğitim hizmet kolunda faaliyet gösteren sendikaların haberi var mı bilmiyorum?
Öğretmenlerimizin atamasının artık olmayan, dönüşmüş ama kimsenin haberinin olmadığı okullara yapıldığından, üyesinin mağdur olduğundan, sayısının yüz binleri katladığını söyleyen sendikaların haberi var mı?
Doğu hizmetini yapmak için orada bulunan öğretmenleri tek bir imza ile unutarak, zorunlu hizmetini yapmamış öğretmenler için, zorunlu hizmet affını sağlamanız, adalet duygunuzun neresinde yer alır?
4+4+4 zorunlu eğitim sistemi ile, sabahın 7 sinden, öğlen 1’e kadar aç bir halde arka arkaya 7 saat dersin, eğitimin mantığı(!) ile uzlaştırabilecek sendikalara soralım: Yüz binlerce öğretmenin öncülüğünü yaptığını söyleyen eğitim hizmet kolu sendikaları, bunun üzerinde düşünülmesi gereken bir durum olduğunu ve bu konuda ne yapılabileceğini biliyor mu?
Kasası her ay milyonlar ile dolan, siyasi bir partinin gölgesinde varlık amacı; sendika birlikteliğinden çok, sıradan bir dernek faaliyeti gibi olan sendikaların çalış(a)ma(!)ma nedenine bir bakalım:
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu günlerden sonra, özellikle 2. dünya savaşı ve 1950’lerden bu yana, insanı için çağdaş, ileri bir ülke olma yolundan uzaklaştırılarak, ideolojisini sınırlılıklar içine hapseden siyasi düşünceler, eğitimin önemini anlayamadan, algılayamadan, bir duvar içine hapsoldular.
Bütünü görmekten öte, parça ile ilgilenen, çözüm mekanizmalarını az veya mutaassıp bir bakış açısı ile işletmeye çalışan siyasi birliktelikler, ülkeye adım attırmanın nereden geçtiğini bilemediler.
Siyaseti dar ve tek taraflı bir ideal etrafındaki ideoloji ile ele alanlar, fayda noktasından uzaklaşarak, kısır döngü içinde zaman kaybının nedeni oldular…
Bu noktadan hareketle, siyasetin ülkede ele alınma biçimine paralel bir yerde durma kaygısından ileri gidememiş memur sendikalarının bu düzlemde sorgulanması gerekecektir.
Soma’dan sonra gözden geçirilmesi elzem olan sendikacılığın, enişte denetimi düşüncesinden ve benim adamım ve akrabam kayırmacılığının bayağılığından sıyrılarak, doğru, hak ve adalet yolunda ayna tutabilecek cesarette olması bir zorunluluktur…
Adeta siyasetin arka bahçesi görevini yapan, niteliğini siyasi partiler gibi; bir sayı ve oranla ifade eden sendikalar, amaçlarını ve çalışma yollarının sınırlarını gözden geçirmelidir. İmza atmadan önce hangi hakkaniyet ve taleple adım attığını vicdan muhasebesinden geçirmelidirler.
Özellikle eğitim hizmet kolunda memur sendikacılığı yapanlar; öğretmenlerin veya eğitimin savunuculuğunu yaparken, “sendika” kavramının anlamını ve içeriğinin ne olması gerektiğini düşünmelidirler…
Memur sendikalarının, mağduriyetlerin önlenmesine, iş güvenliğinin memur sendikacılığında nasıl olması gerektiğine, memurun baskı ve yıldırmalarla, neden yerinin değiştirildiğine, amirin sorumluluğunun nasıl işletildiği konusunda kafa yormaları gereklilik olup, sendikacılık açısından önemli bir varlık amacı olduğunu düşünmelidirler.
Bugün “sendika” işine yeterince önem vermeyenleri, mevcut hantal siyasi sendikacılık yapısını, sendika tarihi yargılayacaktır…
Üyesinin aslında neden ve ne amaçla bu tür sendika yapılanmalarının içinde olduğunu tam kavrayamadığı, sendikanın hak talebinden öte, siyasi tahakkümün içinde eriyen, varlığını ifade edemeyen yapılar olduğu resmi önümüzde durmaktadır…
Yanlış mı yazdık? Öyle değil mi?
Yanlış olan bir şey varsa; doğru sendikacılık yerine, zihnimizdeki demir parmaklıklar ardında, hakkımızın heba olmasını sorgulamamaktır…
Yanlış olan, ama doğru görülen bir şey varsa o da şu; “Yerin altından ışığı göremeden, siyasetin oyalayıcı, özgür bırakmayan baskısından doğrulara ulaştırılmadan kaybolmamızdır…”