Bin Yıllık Haçlı Çukurları
Yaşadığınız coğrafya kaderinizi belirler. Hayatta kaçamayacağınız şeyler vardır. Millet olarak tarihi yükümlülükleriniz olur. Tarihin size yüklediği sorumluluklar gün gelir kendini hatırlatır ve karşınıza ödev olarak çıkar.
Orta Asya’nın derinliklerinden kalkıp Anadolu’yu yurt edinmek ve İslam dininin bayraktarlığını yapmak bir millete yüklenecek en şerefli vazifelerden biridir. Anadolu kolay kazanılmadığı gibi kolay da elde tutulmamıştır.
Anadolu için bedeli kan olan diyetler ödenmiştir.
Avrupa, içinde bulunduğu bataklıktan kurtulmak için Haçlı Seferlerini icat ettiğinde yolu Anadolu’dan geçmişti. Haçlı sürüsü her geçtiği yerde milyonarca insanın kanına girmiş, sergiledikleri vahşetleri okumak bile insanı insan olmaya utandırmıştır.
Dedik ya milletlerin kaderi vardır. Haçlı sırtlanları dün olduğu gibi bugünde farklı farklı entrikalarla özellikle Müslüman kanı dökmektedir. Dün olduğu gibi bugün de bu zalim sürüsüne bu millet diremektedir.
I. Haçlı Savaşında 600- 700 bin kişilik bir kuvvetle Anadolu’ya giren kan emici sürüyü ı. Kılıç Arslan çok az bir kuvvetle durdurmaya çalışmıştı. Başarılı vur-kaç taktiği ile kan emiciler Torosları aştıklarında sayıları 100 bine kadar inmişti.
II. Haçlı Seferini düzenleyen kan emiciler de Anadolu’da Sultan Mesut engeline takılmışlardı ve hedeflerine bu yoldan ulaşamamışlardır.
Buradaki maksadımız elbette tarih dersi vermek değildir. Ama şunu da izah etmek gerekir. Bu topraklarda Türk izi olmaya başladığından günümüze kadar gelen bir savaş olmuştur. Bu savaşın adı Hilal-Haç savaşıdır.
Bugün ülkemizde en acımasız biçimi ile bir terör dehşeti yaşanıyor. Açılan çukurlardan ölüm ve vahşet yağdıran mahlûkların tek ama tek amacı nihai hedefine ulaşamayan Haçlı ruhunu yaşatmaktır.
Kalleşçe çukurlara gizlenmiş yedi düvel; Müslüman kanı dökmek, dinlerinin kutsal saydığı bölgeleri almak ve Hristiyanlaştırmak için yanlarına çektikleri ihanet çeteleri ile kan dökmektedirler.
Bu coğrafyada bin yıl Türk kanı dökmek birileri için her zaman en ulvi görev olarak görülmüştür. İslam ile bütünleşen ve dünyaya alternatif sunan bu milletin siyaset modelinde sömürüye, zulme yer yoktur. Bunu bilen kafalar da dünyanın muhtaç olduğu modele olan umutları kırmak ve bu coğrafyanın kadim milletlerini gönül rızası ile köleleştirmek istemektedirler.
Bugün çukurlardan çıkan Sırp, Ermeni, Alman, Rus, İngiliz, kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâların tek amacı Hilali gömmektir.
Her musibetin ders alacak yönleri yani işaretleri vardır. Yaşadığımız terör musibeti son tahlilde uyutulmuş bir milletin uyanmasına vesile olmaktadır.
Bu ülkede akademisyenden, sanatçısına kadar birçok kesimde yemek yediği çanağa ihanet eden ancak ihanetini öyle ya da böyle gizleyen insan müsveddeleri varmış. Bu millet bu vesile ile sırtında taşıdığı bu asalakları görme fırsatına da ermiştir.
Dünden daha zor olacağı açık olan yarınlarda yol alabilmek için içimizde gizlenmiş olan ihanet şebekelerinin açığa çıkması gerekiyordu. Bu yol öyle bir yol ki kervanı yolda dizmeye asla müsaade etmez.
Bizi tarihimizle mahkûm etmeye çalışanlara tarihten cevaplar vermek bugünün anlaşılması için bir nebze de olsa yararlı olabilir. Haçlı sürüleri Kudüs’ü işgal ettiği zaman bir gün içinde 70 bin insanı katletmişlerdi.
Hıristiyan tarihçi William es-Surî, “Müslümanların kanlarını görenlerde tiksinti oluşturacak bir kan göleti meydana geldi” diyerek vahşeti anlatır. Runciman ise “dökülen kanların dizlere ulaştığını” ifade eder.
Vahşeti adeta bir sanat gibi icra eden bu sürü, inancına iliştirdiği özellikle Müslüman katlini Raymund of Aguiles, övünerek şöyle anlatıyordu:
“Görülmeye değer harika sahneler gerçekleşti. Adamlarımızın bazıları -ki bunlar en merhametlileriydi- düşmanların kafalarını kesiyorlardı. Diğerleri onları oklarla vurup düşürdüler, bazıları ise onları canlı canlı ateşe atarak daha uzun sürede öldürüp işkence yaptılar. Şehrin sokakları, kesilmiş kafalar, eller ve ayaklarla doluydu. Öyle ki yolda bunlara takılıp düşmeden yürümek zor hale gelmişti. Ama bütün bunlar, Süleyman Tapınağı’nda yapılanların yanında hafif kalıyordu. Orada ne mi oldu? Eğer size gerçekleri söylersem, buna inanmakta zorlanabilirsiniz. En azından şunu söyleyeyim ki, Süleyman Tapınağı’nda akan kanların yüksekliği, adamlarımızın dizlerinin boyunu aşıyordu.”
Evet, bu coğrafyada hiç bir şeyin şakası olmaz. Sıkılan her kurşun, bozulan her kardeşlik tarihi bir düşmanlığın rövanşıdır. Bugün bizler uyanık olmaz isek yanıbaşımızda kesilen kafaların ve Akdeniz’de boğulan masumların kaderini yaşayabiliriz.
Rehavetten ve uyutulmuş olmaktan Allah’a (cc) sığınarak olanları görmek dileğiyle.