Kaybeden Türkiye, bizler, biziz!
Değerli okurlarım, her hafta başka konuya değinip yazı yazarken, aklımın bir tarafını sürekli meşgul eden bir yandan da keyfimi kaçıran, motivasyonumu bozan konular da yok değil. Ancak hep karamsarlık saçan, bizleri üzen, hüzne boğan konuları işlemek istemesem de Türkiye’mizin, gerçekleri ve bir numaralı gündemi olan terör ile ilgili yazmaktan maalesef kendimi alamadım.
Bu arada Esenler ilçemizin Turgut Reis mahallesinde kentsel dönüşüm gerekçesiyle gerçekleştirilen olaylı yıkımı es geçmeden ele alacağımı ifade etmek isterim.
Ancak gün geçmiyor ki bir şehit haberi gelmesin, her gün aynı ve benzeri haberlerle dehşet içerisinde uyanmak ve ardından yaşananları -tabiri caizse- BBG evlerini izler gibi izlemek; batıda olsun, doğuda olsun istisnasız Türkiye’nin her yerinde yaşayan insanlar için çok zor olsa gerek.
Adeta travma halindeyiz, psikolojik dayanıklılık testinden geçme hali yaşıyoruz. Öte yandan, nelere mal olduğunu hesap bile etmek istemiyorum, ancak korkarım ki, ülkemizde yaşayan her etnik gruba mensup halklar arasında bir kutuplaşma, ayrışmaya, dahi gidile bilinir. Bu yolda, makasın ucunun daha da fazla açılmasına sebep olduğu kuşku götürmez bir gerçek olarak duruyor karşımızda. En büyük tehlike de bu, değerli okurlarım!
Bu süreçte, toplum olarak çok dikkatli olmamız gerekir diye düşünüyorum Yapılmak istenen, ortada var olan huzur ortamını bozmak, kardeşi kardeşe kırdırmak ve Türk-Kürt husumeti oluşturmak, aynı zamanda birlikte yaşama kültürünü yok etmektir.
Bunun neticesinde kaybeden kim olacak? Kimler kaybediyor, kimlerin evine ateş düşüyor? Sonuçta ateş düştüğü yeri yakıyor, ateşin içinde yanan da çocuklarımız oluyor. Bir düşünelim, yanan ateşin yanıcı maddesi yani odun vazifesini çocuklarımız görüyor. Olan da, binlerce yıl kardeşçe birlikte yaşayan, Türk-Kürt halkının çocuklarına oluyor.
Son zamanlardaki saldırı tarzına ve şekline bakıldığında insanın tüyleri diken diken oluyor. Hangi ruh hali ve iç güdü ile bu cinayetler işlenir, diye sormadan kendimi alamıyorum.
Bu olayların faillerinin, içinden insanlığı, merhamet duygusu, acıma duygusu alınmış, robotlaşmış kişilerce yapıldığını anlıyoruz.
Bütün bu olanlara rağmen, her seferinde “Askeri operasyonlar dursun, minimize edilsin, Bizler de eylemsizlik kararı alırız” diyen yasadışı terör örgütü var.
Devlet ne yapmalı, terör örgütüne boyun mu eğmeli? Yok arkadaş yok!
Vatan için andımız şahadet, ağlama bacım senden metanet, elbet bitecek elbet sona erecek.
Bu bağlamda, herkes empati yapmalı. Karakolda nöbet tutarken üzerine açılan ateş ve üstüne doğru atılan roket atarla seni imha etmeye çalışan bir kişi ve kişileri, nasıl karşılarsın soruyorum? Çiçekle mi? Hayır, tabii ki hak ettiği cevabı vereceksin, anladığı dilden konuşacaksın, çünkü devlet otoritesinin temsilcisisin.
Bu olaylar neticesinde ölen ve yaralananların ufak erkek kardeşi ne diyecek? Benim ağabeyim, doğuya askere gitti, nöbet tutarken PKK terör örgüt mensubu olan kişiler yaraladı veya öldürdü mü, diyecek?
Metanetle karşılayacak ve üstünde durmadan, feryat figan etmeden, kızmadan, isyan etmeden eh ne yapalım kader deyip susacak mı? Yok arkadaş olmaz! Taş olsa bile bu acı karşısında sabır göstermeyip çatlardı.
Değerli okurlarım, endişem o ki son zamanlarda sorulmaya başlanan sorular, kafalarda oluşan ve beynimizi kemiren sorular sorulmaya başlanırsa ve etnik temele ilişkin sorular sorulursa, insanların kökeni nedir, doğulu mu, batılı mı? Bunlar sorulmaya başlanırsa Kürt halkı topyekun töhmet altında bırakılmış olmaz mı? Kürtler bize saldırıp, ağabeyimi öldürüyor baba demez mi? Ana, oğlumu öldürüyorlar, demez mi? Yavrumu, ciğer paremi öldürüyorlar demez mi? Soruyorum!
O vakit, kaybeden, kim olacak? Türkiye ve bizler!
Bütün bu yaşananlara rağmen, Türk-Kürt halkı arasında karşılıklı olarak husumet olmuyor. Kin beslemiyor, ayrışma olmuyor, kutuplaşma olmuyor diyebilir miyiz? Vicdan süzgecinden geçirilip düşünce ve algıda rafine hale geliyor ve ardından, hafızada kin ve düşmanlık kalmıyor denebilinir mi?
Türkiye’de, İstanbul’da bu ülkenin bütün nimetlerinden faydalanan; milletvekili olan, bakan olan, belediye başkanı, iş adamı, memur, avukat, muhasebeci, işçi olarak çalışan, ancak köken olarak Kürt asıllı bir vatandaşla karşılaştığında, o vatandaşımız masum olmasına rağmen, ön yargılı bir şekilde: Bak, bunlar ağabeyimi öldürdüler, demeyecek mi? Demesin mi? Bunu kim önleyebilir. Bu gibi düşünceleri akıllarına getirmeyecek mi? Tehlike çanları işte o zaman çalmaya başlar!
Peki öyleyse bu kavgalar kimin işine yarayacak, kime zarar verecek?
Kim kimin hasmı olarak kalacak ve karşı bir duruş, şüpheyle bakış, ön yargı olacak? Şartlanacak, gerilecek, herkes kendi kabına çekilip karşılıklı güven zedelenmeyecek mi? En büyük tehlike de bu, değerli okurlarım!
En başa dönelim. Geriye bakıp düşünelim; bir nesil yetişti? Geride bıraktığımız yıllarda düşük yoğunluklu savaş yaşandı, yaşanıyor. Son 25 sene içerisinde doğan ve şu anda 20 yaşlarına gelerek askerlik çağında olanlara askere giderken, sorarım ön yargılı gitmez mi? En büyük tehlike de bu değerli okurlarım!
Kader değil tabii ki bütün bu yaşananlar. Ancak her gün yüz yüze baktığımız komşumuz, avukatımız, iş adamımız, iş ortağımız; çocuklarımızı okula giderken emanet ettiğimiz servis şoförümüz, manavımız, marketçimiz, arkadaşımız, dostumuz, yarenimiz yoldaşımız… Velhasıl Türk toplumunu oluşturan tüm katmanları, tüm insanlar, herkes kısacası, hepimiz… Kaybeden Türkiye olacak, yani bizler!