Hayatın çizgileri
“Karanlık bir gecenin, karanlık günü doğdu Elazığ’da. Sekiz yaşında ki Keko, gece depremde yıkılan kerpiç evlerinin çatısıyla, kerpiç taşlarının arasına uzandı. Öyle uzun, öyle ağırdı ki bugün!! Yüreği, ince dolu bir ses çıkartıyordu dudaklarından. Kendisi enkazın altından, annesinin üzerine kapanmasıyla kurtulmuştu. Yanı başında taşların üzerine oturan babaannesinin gözleri, ağlamaktan şişmiş. Evinin enkazının altında, cansız bedenleriyle yatan gelini ve küçük torununa ağıt yakıyordu. Sulu gözlerle, derin derin baktı çocuk kendine.
Elleri, parmakları, ayakları, iki gözü her şeyi, her şeyi tamamdı kendisinin. Öyle hüzünlü, öğle ağırdı ki yüreği, bir şeyler kopup gitmişti. Acı oradaydı. Kan oradaydı. Hiç sönmeyecek olan ateş oradaydı. Kerpiç taşlarının üzerine yatmış küçücük beden, enkazın altında kalan annesi ile kardeşini bekliyordu. Kurtarma ekibi çocuğu fark etti. İçlerinden biri, elinde mavi bir balonla yardım etmek için, Keko’ya usul usul yaklaştı. Kaldırmak istedi enkazın üzerinden. Kandırmaya çalıştı. “Gel başka balonlarda alalım sana!!!”dedi. Gözlerinde yaş, saçlarında, giysilerinde enkaz tozuyla direndi çocuk. Uyumak istiyordu o taşlar üzerinde. Ta ki, mahşer gününde uyanasıya kadar. “
Hepimizin hayatında iz bırakan çizgiler olmuştur.
Bu çizgiler hayatımızdaki bir savaşın eseri mi?
Yoksa bir kutsallığın eseri mi?
Belki de bir rüyanın eseridir!!
Bir armağanın eseri de olabilir…
Dünya bir sahne!!! İşte bu söz harika bir şeydir. Çünkü, herkes o sahneye çıkıp oyun oynar ve sesini duyurmaya çalışır. Bazen, rol yapmak zorunda da kalır insan. Gerçek duygularını saklamak için!!
Öyküdeki çocuğa, kim bilir yaşamında ne oyunlar oynanacak. Yararı ve zararı nedir diye düşünülmeden. Fakat, en yoğun duyguları yaratan çizgiler bırakacağı kesin..
İlhan Demiraslan, bir çocukluk şiirinde şöyle diyor.
Bunlar çocukluğumun çizgileri yerde
Beş yaşında bir çocuk çizmiş bunları
Kiremitle çizmiş, kırmızı kiremitle
Elleri toz içinde, saçları sarı
Beş yaşında bir çocuk çizmiş bunları
Bazen de hayatımızda, yaşadığınız deneyimlerden öyle çizgiler olur ki; acı ve mutluluk sarmaş dolaştır.
Duygu AsenaA’da, “Kadının adı yok” kitabında, görsel çizgilerin içinde görünmeyen, hissedilen çizgilerinden bahseder. Yazımı onun sözleriyle bitirmek isterim.
“ Sevgili çizgilerim benim, sevgili kırışıklıklarım, sizi ne kadar seviyorum… Siz bana ne kadar çok şey öğrettiniz… Siz beni ne kadar çok seviyorsunuz… Siz benim mutluluğum, siz benim savaşım, siz benim mutsuzluğum, siz benim acılarım, siz benim özgürlüğümsünüz… Sevgili ince, zarif çizgilerim… Dostlarım. Siz olmasanız ben ne yapardım? Siz benim kararlılığım, siz benim gücümsünüz. Sizi oluşturana dek, neler yaşadım… Neler çektim.. Nasıl savaştım ben… ve size öyle anlayışla, mutlulukla bakabilmek için… ne çok uğraştım..”