Gönül gözüyle görenler
Şarkıların, türkülerin, şiirlerin, öykülerin, masal ve efsanelerin hüzün dolu olduğu bir toplumda yaşıyoruz. Bu anlatımlar aslında, tarihsel bir kökeni anlatır bizlere.
Oysa bizim elimiz, ayağımız tutsa, gözlerimiz görse, kulaklarımız duysa, kafamız çalışsa da; bazen hayata, hüzün tutkunluğu ile bakarız.
Evet hüzne öyle bir tutkunuz ki; başımıza gelen olaylardan, kendi yaşamımızda olan bitenlerden, kendimizi sorumlu tutmayız. “Herkes kötü” ya da “felek” der geçeriz. Biz hep iyi, fakir aciziz. Onlar ise, kötü, zengin ve kudretlidir.
İşte tek şey bilir tutkunluğumuz, inlemeyi, ahlanmayı, vahlanmayı, kendimizi acındırmak ve ağlamak. Ne kadar önemli bir tutku içimizde!! Bırakamıyoruz, tutkuya tutulduk bir kere!!
Neden bunları yazıyorum?.
15 Mayıs Cumartesi günü, Esenler Belediyesi’nin Konferans salonundaydım. Çünkü; Esenler Görme Özürlüler Derneği’nin şölenine davetliydim.
Bilirsiniz, 10 Mayıs ve 16 Mayıs Sakatlar Haftası’dır. 4.500.000 sakat insanımız var. Bunun 1.400.000’ini çocuklar oluşturuyor. Görme, işitme, konuşma, ortopedi engelli, zeka ve ruhsal engelliler, güçsüz yaşlılar, korunmaya muhtaç çocuklar.
Sakatlarımızı gördüğümüz zaman bazen şükür ederiz, sağlığımız yerinde diye. Ayrıca çok yaşamak isteriz, kendimizin güçsüz yaşlılar olacağını, torunlarımızın korunmaya muhtaç çocuk olacağını düşünmeden, neşe ve mutluluk içindeyizdir.
Yazımın başında hüzün tutkunluğumuzdan bahsetmiştim. İşte bu da neşe tutkunluğumuz. Hüzün tutkunluğumuzun zıttını da yaşarız bazen. Yüzlere, plastik sahte bir gülümseme yapıştırırız. Herkese gülümser, mutluymuşuz izlenimi veririz. “Nasılsın” diye sorsalar. “İşler tıkırında” deriz. Bir sahtekâr sevecenlik alır gider de, sanki dünyada hiç kimseye gereksinmemiz yokmuş gibi düşünür, üstesinden gelebiliriz her şeyin. Koca bir yalan aldatmaca. Kimi aldatırız acaba? Kendimizi mi? Yoksa başkalarını mı?
Görme Özürlüler Derneği’nin Şölenini, görmenizi çok isterdim. Çok çalışarak, elbirliği ile muhteşem bir koro hazırlamışlardı. Saz ekibine uyum sağlayarak, bizlere birçok türküler söylediler. Repertuarları oldukça zengindi. Elleriyle birbirlerine dokunarak, anlaşıyorlardı. Hafızalarına kazıdıkları türküleri hiç şaşırmadan söylediler. Muazzam bir birlik vardı aralarında.
Bir ara, şölen başlamadan koro şefinin bir cümlesini işittim. “Amatörüm fakat profesyonel gibi düşünmem gerekiyor!” dedi. Evet göremiyordu, fakat düşünebiliyor hissediyordu. O koltukların dolmasını, hatta ara boşluklara sandalyelerin koyulmasını isterdim. Onların gönül gözleri bizlerden çok daha iyi görüyordu. Şölen bittiğinde sağa sola bakındım. Bağış için ne bir kutu vardı, ne de bir bilet satıldı. Gelen davetlilere de şükranlarımı sunarım.
Gözlerimiz yeşil, mavi, siyah, ela, kahverengi olsa da; gözyaşlarımız hep aynıdır. O şeffaf gözyaşlarınızı akıtmanızı isterdim. Onlara acıdığımız için değil, içlerindeki gücü, azmi, çalışmalarını kutlamak için!!!