Etnik kimlikler: Türkiye’nin yumuşak karnı!
Yerel gündem kısır çekişmelerle devam ededursun, gözden kaçan bazı konuları ele almanın daha doğru olacağını düşünüyorum.
Devlet, içerisinde resmi kanadı temsil eden bazı organların içine sızmış, kendini derin güç sayan bazı kesimlerin kimlik inkârı ve israfı içersinde oldukları, bu yönde projeler ürettikleri ve halkı bu yönüyle kışkırtma, isyana teşvik gibi argümanlara başvurduğunu, bu projeleriyle birlikte ülkemizi istikrarsızlaştırarak mevcut hükümetleri zora düşürmek çabası içerisinde olduklarını sağır Sultan’ın bile duyduğu gayet açık.
Peki, bu kadar basit mi? Her türlü etnik kimliğe sahip vatandaşın yaşadığı ülkemizde, kimliklerin inkâr edildiği yönündeki iddia, maalesef kasıtlı ve maksatlı bir şekilde devam ediyor.
Silahlı şiddete, savaşa başvurarak özellikle Kürt halkını savunduklarını öne süren bir terör örgütü ve aynı amaca hizmet eden bir de siyasi parti var.
Öte yandan, mezhep ve kültürel-dini farklılıkların yanı sıra; Araplar, Çerkezler, Lazlar ve daha sayamayacağım birçok etnik kimlik var. Ancak resmi devlet diyerek en başta zikrettiğim organların içine sızmış olanlar, bunları görmezden geliyor ve etnik grupları yok sayıyor. Mesele işte burada düğümleniyor: Tartışmayı körükleyenler, bütün bu olayları alevlendiriyor.
“Kürt, Kürtlüğünü sürdüremiyor” deniliyor.
“Nesiler yetiştikçe, alt taraftan geldikçe, asimile olmuş bir vaziyete geliyor,” deniliyor.
Arap olarak doğan ve anadili Arapça olan ailelerin çocukları, bir nesil sonra Arapça konuşamıyor. Kürt olan da, “Kürtçe konuşamıyoruz” kartını öne sürüyor. Halk, Türkiye’nin yumuşak karnı olan etnik kimlikler üzerinden istismar ediliyor.
Bu kartı elinde tutan, “Neden ana dilde eğitime karşı çıkılıyor?” diyor. Ve ardından “Dünyanın her yerinde Türk azınlıklarına Türkçe eğitim istiyoruz da, kendi ülkemiz içerisinde olan Kürtçe ve diğer dilleri konuşanlara kendi ana dillerinde okuma şansı vermiyoruz? Bütün mesele bu!” deniliyor.
Böylelikle, beceriksizlikler örtülür, kapatılır ve kimse “Bu derin güçler kim?” diye de soru sormaz, soramaz.
Ardından, “Derin güçler PKK’yı nasıl taşeron olarak kullanıyor? Öte taraftan diğer örgütleri de kullanıyor,” deniliyor ve kimse bunları ortaya çıkaramıyor. Nasıl oluyor da bu denli rahat manevra alanı bulabiliyorlar ve elleri her yere bu denli ulaşabiliyor?
Bunlar nerede, nasıl bu kadar etkili ve etkin kişiler olabiliyor? Devletin en tepe noktalarında, en başta siyasette, yargıda, askeriyede, bürokraside, kısacası her yerde gelene “Geç!” diyorlar. Kendi çıkarları için, altlarındaki zeminin kaybolmaması için mücadele veriyorlar.Bu ancak böyle izah edilir. Başka bir izahı yok.
Öte yandan, aynı derin güçler değil mi terör örgütü elebaşıyla samimi poz veren ve hiç çekinmeden, “Dağdaki kardeşim!” diye selam yollayan…
Bu bağlamda, unutulan veya göz ardı edilen kodlar ve şifreler var: 1998 yılına kadar Suriye’de ikamet etmekte olan terörist elebaşının, verilen ültimatom ile bir anda Suriye’den çıkarılabilmesi, o zamana kadar bu ültimatomun niçin verilmemiş olduğunu nedense akla yeterince getirmedi! Hatta gelmemesi için çaba sarf edildi ve halen sarf ediliyor.
Oysa o zamana kadar Suriye’de bulunan Öcalan ile bugünün Ergenekon’dan tutuklu üyeleri arasındaki sıkı fıkı ilişkilerin boyutları ve mantıkları hâlâ yeterince açıklanabilmiş değildi.
İmralı’daki şahısla Beka’da can ciğer kuzu sarması görüntüleri ortaya çıkanların, aynı zamanda faşist bir ulusalcılığın da örgütleyicileri olduğunu herkes gördü; ama bugün bu ilişkiye atıf yapan sesler, nasıl oluyorsa cazgır bir üslupla komploculuk yaparak öne çıkan sesler, boğulmaya çalışılıyor.
Ne Kürt halkına, ne de bölge insanına hiçbir katkısı ve faydası olmayan son terör eylemlerinin, bugünün konjonktüründe fayda sağlayacağı tek aktörün Ergenekon yapılanması olduğuna işaret etmenin nesi anlaşılmıyor?
Bu gizli el koparılsın; PKK, Kürt sorunuyla çözüm iradesinin arasından çekilmiş olur.
İmralı gibi izole bir hapishaneden sadece avukatlarla görüşmeler üzerinden kurulan bir emir-komuta sistemiyle, küçük çaplı bir devlet şeklinde örgütlenmiş bir yapının nasıl yönetilebiliyor olduğu sorusu basit, ama son derece aydınlatıcı bir sorudur.
Yakalandığında “Emrinizdeyim! Türk devletine hizmete hazırım!” diyen terörist elebaşına nasıl bir görev verildi? O saatten sonra elebaşı fikir mi değiştirdi, yoksa bugün oynadığı rol o görevin bir parçası mıdır? Her PKK eylemine lojistik, istihbarat ve bazen fiili katkısıyla yardıma yetişen gizli el ile o görevi veren el arasındaki ilişki nedir? Sormaya da, cevabını dinlemeye de değmez mi?