Diyarbakır ve Turkuaz
Geçtiğimiz Cumartesi günü tüm Türkiye, Diyarbakır’daki “tarihi” buluşmayı televizyonlardan izledi. Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesini ve belediye başkanını ziyaret etti.
Günler öncesinden başlayan tantanaya ve buluşma anlarına bakacak olursak; Sanki başbakan Diyarbakır’a değil de bir komşu ülkeye ziyarete gitti. Yine estirilen havaya göre, sanki bu komşu ülke ile diplomatik ilişkilerimiz bozulmuş da başbakan arayı düzeltmek için bir iyi niyet ziyareti gerçekleştiriyor. Başbakan o kadar iyi niyetli ki geçmişte ülkesini tehdit eden bir başka “yapay” bölgesel yönetimin başkanını da sanki “arabuluculuk” yapmasını ister gibi, sözüm ona bu “tarihi” buluşmaya davet ediyor.
Diyarbakır’da öyle bir tiyatro sergilendi ki anlayabilene aşk olsun!..
Diyarbakır ele karıştı da vatandaşın haberi mi olmadı?
Ya da Türk-Kürt federasyonu hayata geçirildi de biz mi göremiyoruz?
Yoksa sahnede yer alan yöresel “sanatçı” (!) nın çaldığı “kaval” bizde afyon etkisi mi yaptı?
Bilemedik…
Bildiğimiz bir tek gerçek var ki o da Türkiye Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğünün tehlike altında olduğu gerçeğidir. Nitekim terör örgütünün siyasi uzantısı partinin eş başkanı, “tarihi” buluşmanın mimarlarına teee Almanya’dan şöyle seslendi;
“…Amed’de Kürt halkına mesaj vermeye geldik’ diyenler bastığı yerlerdeki ödenmiş bedellere saygı duyarak konuşmalıdırlar. Kürt halkı, Kürt anaları gençleri Amedi sokak sokak, meydan meydan direniş kalesi haline getirtmesiydi bugün orada kimse nutuk atamazdı. Herkes hangi toprağa bastığının bilinciyle konuşmalıdır…”
“Amed” diyor, “Kürt halkı” diyor”, “direniş kalesi” diyor, “bastığınız toprak” diyor; diyor da diyor… Gelin görün ki bu tarz söylem ve eylemler, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu unsuru olan Türk Milleti’ni de huzursuz ediyor.
Hiç kimse aynı topraklarda yaşayan insanların birbirlerini öldürmelerini istemiyor. Sıra sıra dizilmiş Mehmetçik tabutları görmek istemiyor. Yıkanacak bir cami bulunmadığı için dere kenarına uzatılan gencecik bedenlerin, küresel oyunlara alet edilmiş cansız bedenlerini görmek de istemiyor. İnsanlık bunu gerektiriyor. Ancak, Türkiye Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğünün tehlikede olduğu gerçeği de her geçen gün biraz daha ortaya çıkıyor.
Bu “açılım” denen ne olduğu belli olmayan “şey” in, kardeş kanının akmasının önlenmesi için hayata geçirildiği masalı çok da inandırıcı gelmiyor. Diyarbakır da meydanda toplanan halkın elindeki Türk bayrakları ile sahne arkasına asılmış olan Atatürk posteri de inandırıcı olamıyor. Sanki “vakvakları” ürkütmemek için oradalar gibi…
Başbakanın ağzından çıkan “ genel af” sözünün bölücü başını da kapsayabileceği düşüncesi ise Türk Milleti’ni iyiden iyiye gerginleştiriyor.
Olay, “barış” istememe olayı değildir. (Barış, iki ülke arasında bir savaş varsa gündeme gelir, Türkiye’de savaş mı var, yoksa biz bir ülke ile savaştayız da farkında mı değiliz) Olay, Türkiye’nin ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bölünmez bütünlüğünün tehdit altında olmasıdır.
“Yaşasın Kürdistan” sözleriyle yapılan karşılama töreni, Habur skandalından farksızdır. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın bölücülerle elele oturması görüntüsü ise içimizi acıtmıştır.
Gelecek günlerden endişeli bir toplum, sağlıklı bir toplum değildir.
Gerçekte neler olduğunu bilmek hakkımızdır…
Turkuaz
Turkuaz mavisi yine gündemde; Başbakanın talimatıyla kırmızı halı gitti, turkuaz halı geldi.
Turkuaz tutkusu yeni değil. Daha önce de yazmıştık. (Bkz. Körüz Biz; Anatürkler Yayınları, s.285-286) Ocak 2008’de Millî Takım’ın kırmızı-beyaz forması değiştirilmiş, yerine turkuaz-beyaz formalar getirilmişti. Yine Kasım 2009’ da Meclis’te bir görevli, aslında Atatürk’ün hayalindeki bayrak renginin “gök mavisi” olduğunu ancak arkadaşlarından kabul görmeyince ay yıldızlı al bayrak ile devam kararı aldığını söylemişti.
“Türk dünyasına bir vurgu, Turkuaz Türk mavisidir” bahanelerine kimse kanmasın. Anlayacağınız başbakanın ve dolayısıyla da AKP iktidarının kırmızı- beyaz renklerle bir sorunu var. Yakında al renkli bayrağımız da mavileşirse hiç şaşırmayın!