“Devleti kim yönetiyor?!”
Yazının başlığını “Haliç’te Yaşayan Simonlar, Dün Devlet, Bugün Cemaat” isimli kitaptan aldım. Yazarı, Eskişehir Emniyet Müdürü Hanefi Avcı.
Kitabın tamamını bir solukta okudum…(Kitabı, yakınımdaki iki büyük kitap evini birkaç kez aşındırdıktan sonra nihayet bulabildim… “İhbar” niteliğindeki bu kitabın bulunamaması bana çok manidar geldi… Ya kitap gerçekten Yok satıyor, ya da birilerince “YOK” sattırılıyor!… )
Birinci bölüm vurgun, soygun, banka hortumculuğu, mafya, kaçakçılık, rüşvet, Terör Örgütü ve benzeri konulara ayrılmış. Cemaatin emniyeti ele geçirmesi ile ilgili açıklamalar ise ikinci bölümde. Yani zurnanın zırt dediği yer, kitabın ikinci bölümü… Burada çok önemli ve tehlikeli bulduğum bazı paragrafları, özellikle kitabı okuyamayan vatandaşlarla paylaşmak istiyorum:
“İstihbarat ve KOM neden ele geçirilmek istenir?
Ülke genelinde istedikleri gibi bilgi toplamak, istedikleri kişilerin faaliyetlerini izleyip öğrenmek gayesinde olanların yapması gereken ilk şey Emniyet istihbarat Dairesi’ni ele geçirmektir. …Aksiyoner bir eylem gerçekleştirme arzusundaysanız MİT (Milli İstihbarat Teşkilâtı) size yetmez. Bu doğrultuda önce KOM (Kaçakçılık ve Organize Suçlar) Daire Başkanlığı, sonra İstihbarat Dairesi Başkanlığı, ardından da İstanbul ve Ankara İstihbarat Şubesi ve bunlara paralel olarak özel yetkili mahkemelerin savcı ve hâkimlerinin de belli oranda belirli eğilimlerde olan kişilerden oluşturulduğunu bugün net olarak görmek mümkün” (Say:433-435)
Hakkında komplo hazırlığında olan kişiler hakkında araştırma yaparken ilginç bir bilgiye ulaşıyor:
“…Yeni edindiğim bir bilgiye göre de cemaatin Adalet Bakanlığı’ndaki çok önemli elemanlarından biri, Teftiş Kurulu Başkan yardımcısıymış. Bunu öğrenince, bunca savcı ve hâkimin üstelik Ankara ve İstanbul dâhil olmak üzere büyük illerin Cumhuriyet başsavcılarının neden ve nasıl dinlendiğini anlamaya başladım.” (Say.503)
İddianamelerin savcı Mehmet Berke tarafından hazırlandığına dikkat çeken Hanefi Avcı ;” Nedense cemaatle sorunu olan emniyetçilerin davası hep aynı savcıya denk geliyor” diyor ve bu savcının 90’dan fazla askeri rütbelinin gözaltına alınması kararını, İstanbul Başsavcısının tüm ulusal basına da yansıyan yazılı talimatına rağmen başsavcı ve özel vekilinden gizli imzaladığını belirtiyor.
Alışılmadık savcılar ve alışılmadık polislerin varlığına da işaret ederek;
“Şu çok açık ve net: Bir örgüt cemaat, adalete sızmış, kendi kurallarını uyguluyor, kendi operasyonlarını yapıyor. Ortada hukuk yok, kimsenin numara yapmasının, bilmiyoruz demesinin manası yok. Bütün avukatlar, gazeteciler, polisler verilecek kararların ne olacağını merak dahi etmiyor. Zira kararı net olarak davaya hangi savcı ya da hâkimin baktığı belirliyor. Herkes bu durumun farkında ama hâlâ kralın ne kadar güzel bir elbisesi var diyoruz. Kral çıplak!” (Say.524)
Diyor ve soruyor;
“Et kokarsa tuzlanır. Tuz kokarsa ne yapılır? Kurumlar ve kişiler hatalı davranırsa hukuk onların yanlışlığını bulur ve düzeltir. Ama adalet bozulursa onu kim düzeltecek?” (Say.525)
Kitabında, yılan hikâyesine dönen Ergenekon davasına da değinmiş;
“ Bulunan esrarengiz deliller, özellikle her kazıda el bombası ve roket atar bulunması dikkat çekici. Dünyadaki bilinen örgütlerin hepsi öncelikle tabanca ve tüfek, az miktarda da roket ve el bombası bulundurur. Ama nedense bizde her kazıda el bombası ve roket atar bulunuyor. Bunlar ürkütücü, kitleleri etkileyen silahlar ama daha önemlisi bu silahların seri numarası olmadığından nerede üretildiği, kime satıldığı, nereden geldiği gibi bilgileri araştırmak mümkün değildir. Hâlbuki bir tabanca ve tüfeğin hangi fabrikada üretildiği, kim tarafından satılıp alındığı tespit edilebilir.
Ergenekon, Balyoz v.s. adlarla anılan operasyonların hazırlanış biçimi ve uygulanışı bazı suni katkıların olduğu gerçeğini gösteriyor. Ergenekon veya benzeri davaların tüm belgeleri cemaat tarafından daha önceden temin ediliyor, hukuki bir nitelik kazanması için kasıtlı olarak çeşitli gazeteciler üzerinden servis edilip yayınlatılarak savcılara ulaştırılıyor. Hatta bana göre buna karar veren cemaat yapısı önce bu planı bazı savcı ve polislerle birlikte hazırlıyor, onların tavsiyesi ile dokümanlar basına veriliyor.” (Say.530)
Başbakan ve diğer hükümet yetkililerinin, darbe hazırlık planlarının belgeleri (Sarıkız, Ayışığı v.b.) hakkında çok önceden haberdar olarak önlem aldıklarını ve bu sayede ayakta kalabildiklerini ifade eden Hanefi Avcı, bu nedenle başbakan ve diğer hükümet yetkililerinin, belgeleri temin eden cemaate muhtaç olduklarını ve onlara karşı tavır alamayacaklarını iddia ediyor. (Say. 554)
“Bütün kurumlar ve kişiler kof mu?
Kitabın birinci bölümünde devlet kurumlarının kof olduğunu, basit sorunları bile çözme yeteneğine sahip olmadığını anlatmaya çalıştım. Bu bölümde ise bir cemaatin birkaç adamının çalışması sonucu her şeyin yerle bir olduğunu, koca devletin içten içe eridiğini, adalet ve güvenlik kurumlarının adaletsiz ve güvensiz hale dönüştüğünü, bu durumun farkında olan devlet görevlilerinin buna karşı durmadığını anlattım. Bir grup koca bir devleti teslim aldı. Devlet içten içe çatırdıyor, birileri yönetimi ele aldı ve kimse devlet gücünü kullanan bu kişilere dur diyemiyor. Birkaç cemaat imamı devlet yetkilerini gasp etti. Bu nasıl bir devlet geleneğidir?” (Say.578)
Hanefi Avcı kitabının sonunda bu hukuksuzlukların önlenebilmesi için yapılması gerekenleri de sıralamış. Bazılarını kısaca alıyorum:
“Özel yetkili mahkemelere son 6-7 yıl içinde atanan tüm savcı ve yargıçlar derhal değiştirilmelidir, mevcut kadro ile adalet mümkün değildir.
Adalet bakanlığında cemaat taraftarı olduğu herkesçe bilinen Teftiş Kurulu Başkan Yardımcısı ve başta il savcılarını ve diğer savcı ve hâkimleri hiçbir hukuki şüpheye dayanmadan dinlettiren cemaat yanlısı müfettişler bu görevden uzaklaştırılmalıdır. Karşı karşıya olduğumuz durum, hukuken yanlış yapılan birkaç işlemden ibaret değildir ya da birkaç polisin hatası veya taraflı davranışı değildir. Olay bir örgütün, cemaatin devlet içerisindeki elemanları vasıtasıyla yürüttüğü örgütsel bir faaliyettir, karşımızdaki kişiler polis, hâkim ve savcı değil, örgütün/cemaatin elemanlarıdır. Devletin hukukunu değil, cemaatin talimatlarını yerine getirmektedirler. İçinde bulunulan durum bu şekilde bilinip algılanmaz ise hatalı değerlendirme yapılmış olur.” (Say.583-584)
***
İddialar gerçekten korkunç! Hanefi Avcı 32 yıl emniyet içerisinde üst düzey görev yapmış, önemli operasyonları yönetmiş birisi. Olayları, yer, tarih, isim ve belgelerle anlatıyor. Olayların çoğu basında da yer aldı. Bu nedenle yazdıklarını önemsiyorum.
Ve bana göre en can alıcı iddiaların yer aldığı paragraf:
“Devleti kim yönetiyor?
“Gördüğüm manzara korkunç; Kadrolu devlet adamları devleti yönetemiyor. Emniyet Genel Müdürü, hatta İçişleri Bakanlığı haklı olduğunu bildiği bir kişiyi, doğruluğundan emin olduğu bir olayı ya da davayı savunamıyor, güvendiği ve inandığı adamları tuzağa düşürülüyor, haysiyetleri ile oynanıyor ama onlar bu kişilere sahip çıkamıyor” Say.579
Bizde vatandaş olarak aynı soruları sormak mecburiyetindeyiz:
Kadrolu devlet adamları devleti yönetemiyor ise kim veya kimler yönetiyor?
Vatandaş olarak devlete güvenemezsek kime güveneceğiz?
Adalet bozulursa onu kim düzeltecek?
Bu kitapta yer alan iddialar önemlidir ve açıklığa kavuşturulması gerekmektedir… Başta Başbakan olmak üzere, İçişleri ve Adalet Bakanlıkları, Ankara ve İstanbul Emniyet Müdürlükleri bir şeyler yapmayı düşünüyorlar mı?
Ya da, nasılsa Türk milleti unutkandır, sağıra yatıp, biraz zamana bırakıp, unutturalım mı diyorlar? Zira ilk günlerde kıyametler koparan kitap, ne hikmetse ufak tefek haberler dışında, basında çok da fazla yer bulamamaya başladı…
Ülkenin özellikle son 6-7 yılında şahit olduğumuz olaylara bakarsak;
Sadece Haliç kokmuyor…