Akıl ve duygusal referanslarımız
Sizi bir süre merakta bırakıp, kafanızı yormama izin verin lütfen! Birlikte bir senaryo yazalım mı ne dersiniz?
Bir beyaz eşya satan mağazada, derin dondurucu 2150 TL.’den, 1500 TL.’ye düşmüş. Kampanya süresi bir hafta. Fakat siz bu fırsatı kaçırdınız.
Bir hafta sonra aynı derin dondurucunun, halen daha indirimde olduğunu gördünüz. Bu kez fiyatı 1750 TL. Birinci fırsatı bazı nedenlerden dolayı kaçırmıştınız. Oysa dondurucu, halen daha indirimde ve sizin alma fırsatınız var.
Tabii ki siz dondurucuyu almıyorsunuz. Duyar gibi oluyorum. Geçen hafta almadığınızdan dolayı, 250 TL fazla ödeyip, kendinizi kötü hissetmenize neden olacağınızı biliyorsunuz. Oysa ikinci seçenek, kesinlikle çok iyi bir fırsattı.
Birinciden biraz daha kötü olduğu için, bir durgunluk yaşıyorsunuz. Bu durumları düşünmek genelde, pişmanlık duygusuyla bağlantılıdır.
Yaşamda da, bir nesneye, bir olaya tek bir bakış tarzıyla bakabiliriz. Geçmiş zamanda yapılan yanlışlıklar, duyduğumuz pişmanlıktan korkarsak; doğacak yeni alternatiflerin önünü tıkamış oluruz. Önemli olan, yaşama farklı bakış tarzıyla da bakabilmektir. Kendimize ait bakış tarzımızı yaşama eklediğimizde, işte o zaman yaşamı irdeliyoruz demektir.
Üniversiteye girmeye çalışan çocuklarımıza, her zaman ‘A’ planından bahsediyoruz. Bir ‘B’ planının da olması gerektiğini, kaçımız söylüyoruz acaba. Var sayalım, çocuğumuz ÖSS’ ye giremedi. Dünyanın sonu gelmedi ya! O zamanda ‘B’ planı devreye girer. Gençlik farklı bir çıkış yolu bulamayabilir. Biz ebebeyin olarak ‘B’ hatta ‘C’ planlarının olması gerektiğini, çocuklarımıza öğretmeliyiz.
Bu ülkenin doktoruna, öğretmenine, mühendisine vs. ihtiyacı olduğu kadar, esnafına, iyi bir iş adamına, sanatkârına da ihtiyacı vardır.
Yaşamımızda, fakirlik, açlık, savaş, cahillik, ön yargılar, korkular bol bol dünyamızı sarmış durumda. Yâda; çocuğunuz ölmüş, eşiniz evi terk etmiş, eviniz bir depremde yıkılmış, paranız çalınmış, işten çıkarılmış olabilirsiniz. Geç kaldık, gücüm yok denildiğinde, bilinçaltımızda ki gerçek sorun, dürtüden yoksun oluşumuzdur. Tembel oluşumuzdur. Üretken olmayışımızdır. Oysa gerçek olan, acı deneyimlerden ders alıp, olgulaşabilmektir.
Umutlarla, yeni seçeneklerle, her şeye yeniden başlayabilmektir. Nasrettin Hocanın hikâyelerini, hepimiz duymuşuzdur. Hocanın bir gün heybesi kayıp olur. Hoca çok kızar. Eğer bulmazsanız, ‘ben yapacağımı bilirim’ der. Heybeyi arayanlardan biri merak ederek sorar. ‘Hocam bulamazsak, ne yapacaksınız’ Hoca gayet kendinden emin. ‘ Hiç! Eski kilimi bozup heybe yapacağım’ der. İşte çareler tükenmiyor.
Akıllı davranmamızı engelliyen, ruh halimiz olan duygusal bağımlılığımızı değiştirmeliyiz. Bireysel kimliğimiz değişince, toplumsal kimliğimizde değişecektir. Önemli olan akıl sağlığımız olsa da, zihinsel yenilgi içinde olmayışımızdır. Kendimizi zihinsel felce uğratan korkularımızdan sıyrılmalıyız. Bunun için değişmek gerekiyor. Değişmeyi yadsımak, tek gerçeği yadsımak demektir.