Adalet-siz Ahlak
“Eğitimli İnsanlar öncelikle adalete değer verir. Eğitimli insanlar adalet olmadan cesaret sahibi olunca asi olurlar. Küçük insanlar adalet olmadan cesaret sahibi olunca haydut olurlar.”
Konfüçyüs bu sözünü söylerken, adaletin anlaşılabilir haliyle, insan mantığında yerini bulabilme ihtimalini düşünmüş müdür? Ya da gün gelecek, bir kavram veya uygulama aracı olarak, adaletin değerini yitirmesi ile insanın aslında değerinin azalacağını hesap etmiş midir?
Bu yazımızda adaletin, hakkın, hukukun bir insan için anlam ifade edebilme derecesini irdeleyeceğiz.
Bildiğimiz üzere, bir hakkın teslimatını yaparken, karşımızdaki insan için onun hakedilmiş olmasına bakarız. Bunun aksi yönde yani, hakkın teslimatında doğabilecek anlaşmazlıkları da aracı olarak kanunen, mahkemeler yoluyla talep ederiz. İnsanların kendi arasında veya devlete karşı hakkının alınması noktasındaki kararları hakimler, mantık, vicdan ve buna uygun olarak yorumla oluşturulmuş kanunlar ışığında verirler. Kanunlar eksik yapılmış olabilir. Eksikliği giderildikten sonra, siyaseten veya adil olarak yapılmış olması sorgulanabilir. Yüksek mahkemelerde, adaleti sağlayacak kanun maddelerine son kararını verir.
Kanunların salt bir yazılı emir olarak yerini almasından sonra, uygulanması aşamasındaki düzen, yani pratikte vicdanlarda yerini alması, bize bağlıdır.
Kanun maddesinin keyfiyet veya siyasi emellerle bir tarafa çekilerek, toplum yerine, belli bir zümreye imtiyaz tanınarak yorumlanarak uygulanması hukuki olmamakla birlikte, vicdanları yaralar, toplumsal huzuru bozar.
Akıl ve kalp birlikteliği ile “doğru” olarak kabul edilmiş bir düzenlemenin, kendi menfaatimize uygun bir hale getirme çabası, kanun tanımamazlık olarak görülür ki; işte bu insanın kendi tabiatına ters düşmesine yol açar.
İnsanın bu zamandaki tanımını, “SORUMLULUK” kavramının üzerine yüklersek, kanunların uygulanması aşamasındaki kalp temizliğini veya akletme becerisini daha iyi kavrayabiliriz.
Fatih zamanındaki bir adalete örnek vermek için, kadıya gelen bir Müslüman’ın hikayesi anlatılır. Bir Müslüman bir Yahudi’den bir at satın almış, fakat hiçbir kusuru yok diye satılan at hasta imiş. Müslüman’ın ahırına gelen atın hasta olduğu daha ilk akşamdan anlaşılmış. Müslüman sabırsızlıkla sabahın olmasını beklemiş, sabah olunca da erkenden atını alıp kadının yolunu tutmuş. Fakat olacak ya, o saatte de kadı henüz dairesine gelmemiş olduğundan bir müddet bekledikten sonra adam kadının gelmeyeceğine hükmederek atını alıp ahırına götürmüş. Atını alıp götürmüş ama at da o gece ölmüş.
Hadiseyi daha sonra öğrenen kadı, atı alan müslümanı çağırtıp meseleyi şu şekilde halletmiş:
– Siz ilk geldiğinizde ben makamımda bulunsa idim, sağlam diye satılan atı sahibine iade eder, paranızı alırdım. Fakat ben zamanında makamımda bulunamadığımdan hadisenin bu şekilde gelişmesine madem ki ben sebep oldum, atın ölümünden doğan zararı benim ödemem lazım, deyip atın parasını müslümana vermiş.
Kadının onurlu bir düşünce ile, sorumluluğu üzerine almış olduğunu görüyoruz. Bin dereden su getirerek, bulun yahudiyi, bak bu oldu diye sorumluluğu atamadan, yahudiye neden hasta at sattın demiyor. Belki de, kendisi olması gerektiği yerde olmadığı için, olayların farklı tezahür ettiğini, olsaydı farklı devam edeceğini bilen bir akla sahipti.
Buradan devam edecek olursak, ister hakim olsun, isterse bir devlet yöneticisi, adaletin her zaman teminatıdır. Devlette sorumluluğu üzerine seçimle almış olanlar, en tepeden, bakanına, milletvekiline, bürokratına kadar bir vicdanın, bir aklın, bir uygulamanın sorumlusudurlar.
Yöneticilerin var olan kanunun adil uygulanması sorumluluğu dışına çıktıkları bir yanlış yöntemi yeri geldiği için anlatmak istiyorum. Hakkı teslim ederken ve adaleti uygularken, bilinçaltlarında duran ve kendilerine söylenen “iyi ahlak” etiketi ile adam seçin uygulamasında hataya düşmemeliler. Ellerinde ahlak ölçücü bir alet yoksa ve görevin gerektirdiği ehliyeti taşıyan kişiler arasından, kanunun gerektirdiği yolları uygulamıyorlarsa yanlış yapıyorlardır. Buradan soralım. Görevi almayan kişiler o zaman kötü ahlak sahibi mi oluyor? Hemen belirtelim ki; para ile imanın kimde olduğunu kimse bilemez. Ahlakı da sığ bir hal ile ele veya iman ölçütü içinde değerlendirdiğinizi zanneden bir bakış açısı ile değerlendiremezsiniz. Dolayısıyla kendi yandaşını iyi ahlak(!) sınıfı yerine, siyaseten atadığınızı sanırım bilmiyorsunuzdur(!). Zaten mahkemelerde karar verirken, kimsenin ahlakını sorgulamadan, o kişiye adil davranılıp davranılmadığına bakar.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın şube müdürlerini sadece sözlü sınav puanı ile atamadığını ve bunun Danıştay tarafından iptal edildiğini biliyoruz. Mecliste de büyük bir yanlıştan dönülerek, “sadece sözlü sınavla atama” yasası görüşülmedi, kanuna eklenmedi. Bakanlığın mahkeme kararını uygulamasını bekliyoruz. Aynı şekilde, okul müdürü adaylarının sözlü sınavlarda karşılaştığı adaletsiz durumdan da dönülecektir.
Adalet olmayınca kaybeden kim mi olur?
Adalet-siz olursunuz.
Ülke zamandan kaybeder, okullar ve çocuklar kaybeder…
Şimdi sorgulayabiliyor muyuz? Yan yana getirebiliyor muyuz?
ADALET İLE İNSANI…