Tape Tape Kullanmak
İşin aslı tepe tepe kullanmak deyimidir. Bu deyim eskiyeceğini düşünmeden, sakınmadan, çekinmeden, canının istediği gibi hoyratça kullanmayı ifade eder. Hayatı ve imkânları tepe tepe kullananlar, tepe tepe tapelere konu olur, men dakka dukka!
Tapelerin; zan, mahremiyetleri araştırma ve gıybet denen günahların hepsine girebileceği aşikârdır. Hucurat Suresi 49 ayeti bu konuyu çok net bir şekilde özetlemektedir. “Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tövbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.”
Zan, kesin bilgi olmadan öyle veya böyle, tahminde bulunarak hüküm vermektir. Hüsnü zan ve suizan olarak ikiye ayrılır! “Hüsnü zan iman gereğidir”! Yasak kapsamında olmayan zan da vardır. Böyle bir zannın temel özelliği şudur. Kimsenin aleyhinde olmaması, hakların zayi edilme ihtimalinin bulunmaması, kesin bilgi bulunmaması sebebiyle kuvvetli bir zan yani zann-ı galip olması. Ayrıca sosyal bilimlerin önemli bir kısmı kesinliğe değil kuvvetli zan ve ihtimale dayanmaktadır. Böyle bir zan şekli ise yasak kapsamında değildir.
Montaj ve dublajın olmadığı biliniyor ise tapeler zan hükmünde değildir. Başkalarına karşı kullanılan yöntemleri hak görüp, delil kabul edenlerin, iş kendilerine gelince zanna sığınmaları onlar hakkındaki hüsnü zanna leke sürmektedir. Adalet herkese lazımdır.
Tecessüs, sabıkalı olmayan, suç işleme bakımından ciddi şüpheye sebep olacak davranışları bulunmayan kimsenin gizlediği işi, davranışı veya hali araştırmak demektir. Bu sebeple suç teşkil edecek davranışlar içerisinde bulunan bir kimse hakkında araştırma yapmak tecessüs kapsamında değildir. Yine düşmanın plan, programlarını araştırmak, tedbir almak amacıyla faaliyette bulunmak zaruret sebebiyle yasak kapsamında değildir.
Sözlükte “uzaklaşmak, gözden kaybolmak, gizli kalmak” gibi anlamlara gelen “gayb” kökünden türeyen gıybet, dinî bir kavram olarak, bir kimseden, gıyabında hoşlanmadığı sözlerle bahsetmek demektir. Kur’an-ı Kerimde Yüce Rabbimiz gıybeti yasaklamış ve gıybet edenlerin kardeşinin etini yediği benzetmesi yapılarak, insanların bu yanlış davranıştan uzaklaşması istemektedir.
Gıybetin meşru olduğu haller de vardır:
İmam Nevevi rahmetullahi aleyh “el-Ezkâr” adlı eserinde şunları belirtmektedir:
Şer’i bir gaye için gıybet caizdir. Bu da şu altı meselede toplanmıştır.
1- Zulme uğrama halinde. Zulme uğrayan kimse hakime, ilgili makamlara, ya da velisi konumunda bulunan kimselere uğradığı haksızlığı anlatabilir. Örneğin, “falanca kişi, bana şöyle şöyle yaptı” ya da “rüşvet almakla bana haksızlık etti” gibi. Bu şekilde zalimin bütün hainliğini dile getirebilir.
2- Günahların ve kötülüklerin düzeltilmesi hususunda yardımlaşmada. Mesela, arabada içki içen birisini gören kimse gider, yetkili mercilere şikayet eder, toplumun ıslahı kazanın olmaması için yardım talep eder.
3- Fetva istemede. Birisi müftüye, “bana falanca kişi kötülük yaptı”, “babam, kardeşim bana şöyle şöyle davrandı” ya da “onların şu şu kötü halleri var” diyebilir ve daha bunun gibi (söylemesi gereken) tüm olumsuzlukları dile getirebilir.
4- Müslümanları güvenceye almada. Peygamberimiz ‘in (s.a.v.) sünnetini korumak için; hadisçilerden yalancı olanları, bu konuda güvenilir olmayanları, sözlerine itibar edilmeyenleri dile getirmek gibi bir durumda bilgi istenebilir. Hadis senedinin sıhhatinden emin olabilmek için güvenilir bir uzmana hadisçinin (ya da râvinin) kişiliği sorulabilir. İstişare etmek için de bir şahsa akraba, ortak veya komşu olan birisinden bilgi istenebilir. Onların da o kimsenin halini söyleyebilirler.
5- Günah ve bid’atleri açıkça işlemekten çekinmeyen bir kimsenin halini, kendisine komşu olacak birisine bildirmek ve onu uyarabilmek için bilgi verilebilir. Başkalarına da özel bir sebep olmadıkça söylenmez.
6- Tanıtma sebebiyle: Kişileri, ayıplama ya da küçük görme kastı olmaksızın, (sağır ya da kör gibi) tanındıkları lakapların kullanılması. Böyle bir durumda, bu şahısların lakapları dışında bir isimle tanınmıyor olmaları gerekir.
Gıybet için kötü bir kok salar denilmiştir. Sahabe döneminde gıybetin kokusunun duyulduğu rivayet edilir. Şimdilerde gıybet çok yapıldığı için her taraf tabakhane hükmünde ve kokuya alışıldığı için rahatsızlık vermediği söylenmektedir.
Yine aynı surede 6. Ayette “Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.” denilerek bilgi kaynağının önemi vurgulanmaktadır.
Kalem suresi 10-11-12-13-14. Ayetleri de “(Resûlüm!) Alabildiğine yemin eden, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan lâf götürüp getiren, iyiliği hep engelleyen, mütecâviz, günaha dadanmış, kaba ve haşin, bütün bunlardan sonra bir de soysuzlukla damgalanmış kimselerden hiç birine, mal ve oğulları vardır diye, sakın boyun eğme.” diyerek alınan haberden sonra nasıl davranmamız gerektiğini bize işaret etmektedir.
Meşru olmayan yollardan edinilen bilgi meşru değildir diye önerme çıkartan ve bu absürt önerme ile her haltı yiyeceğini zanneden ve arsızlaşanlar tape denilen ve bunu niyeti ne olursa olsun kullananlara karşı, bu önerme ile kendini savunanlar, kazmanın ta kendisidir. Bu dünyada bu absürt yaklaşım onları kurtarsa da kararan vicdanlarını rahatlatsa da mizanda bunların sorulacağı kesindir.
Bu kazma rahmetli Barış Manço’nun “Kazma” diye yıllar önce şarkı olarak söylediği derin anlamları içinde barındıran bir şarkısında ithaf ettikleridir. Makara ile vakit geçirenler hiç olmazsa bu şarkıyı dinleselerdi! Orada: “kişi yetinmeli; yaşam kısacık bir çizgi; namus, şeref, onur çok güzel amma en önemlisi helal alın teri; komşunun tavuğu komşuya kaz görünür dersen, kaz gelen yerden tavuğu esirgemezsen, bir baltaya sap olamazsan amma gün gelir sapın ucuna olursun kazma; kazma olmaya özenme” sözleri belki bir hatırlatma yapardı.
“Müslüman, diğer Müslümanların dilinden ve elinden emin olduğu kişidir.” (Buhârî, Îman 4,5, Rikâ, 26; Müslim, Îman, 63,65; Ebû Dâvûd, Cihâd, 2; Tirmizî, Kıyâme 52, Îman 12; Nesâî, Îman 8,9)