Halkın Zenginliği Yöneticinin Zenginliğidir
İktisat bilimi, teoriler üzerine kurulu olduğu kadar, insan davranışları ile de ilgilidir!
İktisat bilimi arz talep üzerine denge kurmaya çalıştığı kadar, fayda ve değer kavramına verdiği anlam kadar insani veya kapitalist olmaktadır!
İnsanın da ulusların da maddi olarak zenginliğe ulaşması; karakter, kapasite, katkı, kapital ve koşullara bağlıdır. Nasip ve bereket meselesi iktisat bilimini pek ilgilendirmez, o bizim medeniyet anlayışımızın anlamlı tasavvurudur.
Ülkemizde olduğu gibi hâkim iktisat anlayışı, genel yapısı ile sayılar ve kavramlar üzerinden büyüme ve zenginleşmeye bakmakta, “değerler” üzerinde pek durmamaktadır! Bu tarz, belli kişilerin büyümesi ve sayıların anlamsız ifadeler de bulunması ile işlerin yolunda olduğunu farz etmektedir.
Rasyonel düşünce yaklaşımı ile insanı insanın kurdu görüp, büyük balık küçük balığı yer anlayışı ile zorunlulukları, özgürlük diye sunarak insanları mutlu edemeyeceğimiz aşikârdır.
Rasyonelliği idealizm diye yutturabilmek için din veya milliyetçilik sosunu kullanmak ya da yenilik diye her gün ayrı ayrı şekle bürünmek gerekir. Amaçlara “değer”siz ulaştıran her şey, pratik barındırsa da ahlak barındırmayacak ve insani olmayacaktır.
Özellikle geri kalmış ülkelerde, yönetici ve elit bir tabakanın zenginliği mevcut iken, halkın çoğunun açlık ve yoksulluk sınırında boğuştuğu aşikârdır. Bizim medeniyet değerlerimizi ve tasavvurlarımızı savunup, örnek gösteren ama yaşantısında bunu örnekleyemeyen yöneticiler, acaba ne kadar bizim yöneticimizdir!
Japonya’da 4. Yüzyılın sonlarına doğru tahta oturan İmparator Nintoku, yüksek bir kuleye çıkar ve ülkesine bakar. Gökyüzüne yükselen tek bir duman dahi göremeyince, halkının yoksul düştüğüne ve bu yüzden hiç kimsenin evinde pirinç dahi pişiremediğini anlar.
Hemen bir ferman çıkaran Nintoku, halkının üç yıl boyunca sadece kendileri için çalışmasını emreder. Sarayda çalışanlarını bile evlerine gönderir.
Sadece kendileri için çalışan halk, üç yılın sonunda bolluğa kavuşur. Nintoku kuleye çıkar, ülkenin her yerinde ocakların tütmekte olduğunu yükselen dumanlardan anlar. Yanındaki eşine sevinç içinde artık zenginiz der. İmparatoriçe ise üç yıl boyunca bakımsızlıktan dolayı her yeri eskiyen, çatısı akan, çiçekleri solmuş sarayı göstererek sen bu halimize zenginlik mi diyorsun der.
Nintoku’nun yanıtı yüzyıllardır Japonların aklından çıkmaz. “Halkın fakirliği bizim fakirliğimizdir, zenginliği de bizim zenginliğimizdir.”
Bizim medeniyetimizde, “insanı yaşat ki devlet yaşasın” sözünün bir yansımasıdır bu anlatım. Bu olay ve insana ait değerler, tarihin her diliminde, dünya âleminin her köşesinde, kendini göstermektedir.
Özel bir yaklaşımdan tümevarım ve evrensel önerme çıkarmak çok rasyonel gözükmese de, itibar denen, israf kokan tüketim anlayışı, kök salmış olsa da, insan olgusu olan ve insani her yaklaşım “değerler” adına zenginliğin kendisidir.
İnsani olan, kendine değil, insanlığa faydalı olmak, geneli korumaktır, kamuyu korumaktır. Kendisi için istediğini başkası için istemeyen güzel ahlak sahibi olabilir mi?
Halkın giydiği elbiseyi giyen, yediğinden yiyen ve gözü tok yöneticilerin olduğu her toplumda, halkta yönetici de zengindir.
Karnı aç olan doyar da gözü aç olan doyar mı diyerek, konuyu düşünmek üzere bitireyim.
Muhterem Kadir Zengin abim, “Kader Mahkûmları Derneği” olarak hapishaneleri Medrese-i Yusufiyye yapma derdinde ve her özgür insanın bir gün mahkûm olabileceğini hatırlatmaktadır. Bu derneği takip edin derim.