Vicdan, akıl ve nefsimiz
“Küçük çocuk annesini emerken yüzüne baktı. Anlatamasa da, yüzünden saadet okunuyordu. Altını açması, onu beslemesi, sevmesi karşısında onun için en güçlü olan şey annesiydi.
Biraz daha büyüdü, dışarıda oyun oynayacak yaşa geldi. Onu tehlikelere karşı koruyan, evin geçimini sağlayan, genelde evde sözü geçen babasıydı. Annesinden daha güçlü, babasının olduğunu düşündü. (Küçük çocuklarımız hayatı daha derin, daha geniş düşünemedikleri gibi, verimli olmayı da sezemezler. Sadece kendi dünyalarında büyük bir coşkuyla kurduğu düştür bunlar.) Bir gün dışarıya çıktı, oyun oynarken arkadaşlarına, “benim babam senin babanı yener “ dedi. (Bu sözü hepimiz duymuşuzdur çocuklardan. Belki de bizde küçükken söylemişizdir.)
Biraz daha büyüdü çocuk. Parayı anlayacak yaşa geldi. Ailece alış verişe gittiler. Ne alınıyorsa para veriliyordu. Parasız hiç bir şeyin alınamayacağını gördü. Pek karışık ruh gelişmesi içine giren çocuk; insanın elinden gelen tek güçlü şeyin para olduğunu düşünmeye başladı. Yani kuvvetliler de, zayıflar da parayı kullanıp her şeyi alabiliyordu. Annesinin, babasının onu beslemesi, giydirmesi, gezdirmesi, hatta diğer insanlara karşı koruması ona yetersiz geldi. Onun için annesinden, babasından daha güçlü bir şey vardır ki, o da paraydı.
Zamanla oruç tutacak yaşa geldi. Bir gün elleri iftariyeliklerle dolu, alış verişten döndüler. Yemek masasına alınanlar sıralandı. Hepsinde iştah açıcı bir lezzet vardı. Fakat hiç kimse, bir şeyin tesiriyle masadaki yiyeceklere ellerini süremiyorlardı. Gözleriyle manasız manasız baktı etrafına. Bütün gün alış veriş yapılmasına rağmen, o masada, annesinden, babasından ve paradan daha güçlü bir şey vardı. Bütün gün oruç tutmaktan kurumuş dudaklarını kıpırdatan anne ve babası; hayatta ki en büyük gücün, insanın nefsi olduğunu söylediler.” Bu öyküyü çocukluğumda büyüklerimden dinlemiştim. Orucun faziletini çocukluk yaşımda bu şekilde öğrendim.
Geçen anatomi dersinde hocam, orucun inancımız açısından nefse hâkimiyet, fiziksel açıdan bedeni dinlendirmek, felsefi açıdan da, aç olanları anlamak olduğunu söyledi. PASCAL’ın “Gücü doğuran düşüncedir.” Fikrini destekliyordu. Öğrencinin biri, geçe sahura kalkamadığı için, akşam yemeği ile oruç tuttuğunu, bir gün aç kalmakla bir şey olmayacağını, Afrika’da insanların günlerce aç kaldığını düşününce, açlığa daha rahat dayanabileceğini söyledi. Ben ülkemde krizden etkilenen halk varken, ne yazık ki ta Afrika’ya kadar gidemeyeceğim. Şu gelenek haline gelen iftar çadırları, fakiri, fukarayı doyursa da, bana bir Çin şiirini anımsattı.“Birisine balık verirsin, doyar bir kez.
Oysa balık tutmasını öğret ki; doysun ömür boyunca.
İnsan vicdanı, nefsi ile düşünür, görür ve duyar. Her şeyden yararlanan, her şeyi başa geçip düzelten düşüncedir. Geri kalan her şey, kör sağır ve dilsizdir.
Duygusal bağlarımız ramazan ayında güçleniyor ve gelecek on bir ayı da beraberinde getiriyorsa, o süreç ürün kadar önemli ve güçlüdür. Bu katılımın ve özdeşleşmenin bir arada olması gerekir.
Oruçlarımızı vicdan ve nefsimizle tutarken, aklımızla da düşünelim. Çünkü haklı bir düşüncenin meyve vermemesi olası değil.