Şehirler Yalan Söylemez
Yerel seçimlerin öncesindeyiz. Yerel seçimlere giderken şehircilik adına ortaya güzel şeyler konulmadığı aşikârdır. Şehirler, yalan söylemez gerçeği ve mevcut durum bunu haykırmaktadır!
Platon: “İnsanın en büyük erdemi şehir inşa etmektir” demiş. Fatih Sultan Mehmet Han ise: “Hüner bir şehr bünyad eylemkdur/ Reaya kalbin abad eylemekdur” demiştir.
Belediyecilikte uzun süre iktidarda olup şehir meselesinde sınıfta kalmanın bence en başlı sebebi medeniyet algısındaki değişikliktir!
Her şeyden önce medeniyet algısı değişmiştir. Batıl düşünce sistemlerinin kurtarıcı görülüp, zamanla hakkı üstün tutan anlayış yerine, batılı üstün tutan anlayışlar benimsenmiştir! Maalesef, dünyayı yöneten batıl anlayışın yörüngesinde, şehirlerde şekillenmeye başlamıştır.
Yeri gelmiş iken batıl düzenin hak anlayışı; kuvvet, çoğunluk, imtiyaz, çıkar üzerine kurulmuştur. Hakkı üstün tutan düzenin hak anlayışı; doğuştan bütün insanlara verilen eşit haklar(can, mal, namus, akıl ve vicdan), emek ve hizmet karşılığı elde edilen haklar, karşılıklı ticari siyasi ve sosyal anlaşmalardan doğan hakler ve adalet gereği doğan haklardır.
Batıl düşünce sistemi üzerine, şehirler kurulduğu için her şeyden önce, kuvvetli olan anlayış, şehri kent olarak görüp onu ticari bir meta gibi değerlendirmiş ve kupon arazi diyerek gereksiz bir rant mekanizmasına girilmiştir.
Rant ile birlikte çoğunluk adına şehirler, gerek nüfus, gerek bina olarak yoğunlaştırılmış, şehre vize koyup nüfusu düzenlemek isteyenler bile, şehrin nüfusunu arttırmayı bir gerek şart gibi sunma rezilliğine soyunmuştur.
Merhum Turgut Cansever: “Yoğunluğu arttırmaya müsaade eden teknikler, esasında bu ahlaki çöküntünün kaynağını teşkil eder” boşuna dememiştir!
Rant ve çoğunluk olunca imtiyazlı sınıf ve yapılar ile bunların ilişkilerini kuracak çıkar gurupları da batıl sistemin gereği olarak bünyeye nüfuz etmiştir.
Hak anlayışı değişince doğru ve yanlışların tespitinde değer ölçüleri de değişmiştir. Aklıselimin yerine yaptım oldu anlayışı, müspet ilimin verileri yerine bir kerecikle bir şey olmaz, vicdani kanaat yerine amirim ne der, tarihi tecrübe ve birikimler yerine içi boş yenilik ve değişim, evrensel hukuk kaideleri yerine hâkimi satın alıp şerhler ve bahaneler üretme, dinin öğretileri yerine belam tevilleri konulmuştur. Başarı denen geniş kapta, şerefsizin şerefsizliğinin başarı sayıldığı noktaya gelinmiştir!
Batıl sistemin virüs gibi sardığı zaman sürecinde insanımız; maneviyatçılıkla akılcılık arasında, sabitlikle değişkenlik arasında, madde ile mana arasında, fert ile cemiyet arasında, adalet ile hürriyet arasında bocalayıp durmuş, bu bocalama esnasında atı alan Üsküdar’ı geçmiştir.
Görülen odur ki bozuk insanlar bozuk şehirler yapar, güzel şehirlerde bozuk insanlar bile güzel insan olur!